Resmin büyük ustası Ömer Uluç'u kaybettiğimiz haberini aldığımda, köşe yazımı yazmak üzere klavyemin başındaydım. Elimi telefonun tuşlarına götürdüğümde, çevirdiğim numaradan gelen sesi aslında çok iyi tanıyordum. Ses onun sesiydi ama etrafına her daim pozitif enerji saçan o bildik tınısını kaybetmişti. Telefonda başsağlığı dileyip "Çok üzgünüm" bile diyemedim. Sadece "Evde misin" diye sordum. Cevabı "Evet canım" olunca da telefonu kapattığım gibi yanına koştum. Sürekli laf kalabalığı yapıp dikkatini dağıtmaya çalışıyordum. Ancak o her daim hatırlayacak bir şey buluyordu Ömer'e dair. İkisinin birlikte yaşadığı o muhteşem Boğaz manzaralı mütevazı eve övgü düzmeye başladığım anda da öyle birşey oldu işte. "Çok şükür ki Aşiyan meselesini hallettik Sevilaycım. Ömer tıpkı bu evde olduğu gibi Boğaz'a karşı uyuyacak rahat rahat. Ben de vakti gelince onun yanına gideceğim. Birlikte seyredeceğiz Boğaz'dan geçiş yapan tankerleri" demişti. O günün üzerinden tam 2 ay geçmişti. Vakti gelince Vivet'in de çok sevgili hayat arkadaşı Ömer'le Aşiyan'da birlikte uyuyabileceğini sanıyordum. Meğer öyle değilmiş. Meğer onların o ikinci büyük buluşmalarına bir mani varmış. Vivet'le iki gün sürecek muhteşem bir söyleşi yaptık. Yarınki bölümde bugüne kadar hiç bilinmeyen, gündeme getirilmeyen Asala dönemi gazeteciliği ve MİT ile ilişkilerine dair çok çarpıcı açıklamalarını ve hatta itiraflarını okuyacaksınız Kanetti'nin. Size şiddetle söyleşinin ikinci bölümünü de okumanızı tavsiye ediyorum sevgili okurlarım.
YASALAR ELVERMİYOR
Ömer Uluç çok önemli bir sanatçı, çok önemli bir ressamdı. Acını deşmek istemiyorum ama.... Evet, sadece kendi kişisel acım olarak görmüyorum; hiç görmedim. Zaten ayrılığı da henüz tam idrak etmiş değilim.
Biliyorum. Çok zor senin için. Bu soruyu sormadan geçemeyeceğim. Ömer'in defnedildiği Aşiyan Mezarlığı'ndan bir talebin olmuş ve ne üzücü ki bu talebin reddedilmiş. Anlatmak ister misin Vivet? Zor bunlar üzerine konuşmak. Ama bu toplumda çok kişiyi ilgilendiren bir yanı da var, bu doğru.
Çok üzücü ama sanırım vakti gelince onun yanına yatmak istediğinde, yasalarımız ya da yönetmeliğimiz bunu imkânsız kılıyormuş. Ne yazık ki öyle. Bu haliyle imkânsız. Şu anki yasa ve yönetmeliklere göre...
Aşiyan'ı o mu istedi peki? Evet... Ömer hep neşesini koruyarak yaşadı. Tedavi sürecinde önemli iki sergi hazırladı, dostlarıyla görüştü, eğlendi, projeler üretti, sanatında yeni ifade biçimlerine ve tekniklere açıldı, her zamanki gibi sanatı ve hayatı üzerine çok düşündü. Bundan ötürü başta Dr. Süalp Tansan, onu izlemiş tüm doktor ve hemşirelere ve hayatını kolaylaştırmış, neşelendirmiş herkese hep minnet borcum olacak. Aşiyan'ı istemesi de bir yıl önce, gene neşeli bir anında, bir dostumuzun orada yattığı konuşulurken, Ömer'in, "Aaa, bak ben de orayı isterim ha" demesiyle oldu.
Bir nevi şaka gibi yani... Öyle, laf arasında söylenmiş bir söz, nerdeyse bir şaka. Ama siz, vakti geldiğinde bunu en önemli görev kabul ediyor, onun için bir şey daha yapmak istiyorsunuz. Üstelik Ömer'in bazen çok önemsediği şeyleri şakaymış gibi söyleme zarafeti de vardı. Bu konuda çabalamaya başladığımız andan itibaren Kültür Bakanı Ertuğrul Günay sadece duyarlı bakan olarak değil, adeta eski bir dost gibi ilgilendi. Sonunda genç dostumuz Erdal Matraş'ın olağanüstü gayretleri sayesinde bu isteği yerine getirebildik. Ama oranın ileride benim son durağımın olamayacağı haberini de getirdi.
Yahudi kökenlisin diye değil mi? Başka bir dini kökendenim diye. Gerçi bildiğimiz istisnalar da yok değil. Örneğin Macar kemancı Carl Berger'in Büyükada'da eşi Aliye Berger'le yan yana yattığını biliyoruz. Küreselleşme çağında, bunca karma çiftin mevcut olduğu, bu denli çeşidi bol bir coğrafyada, ortak yaşam alanları yaratıldığı gibi, ortak son durak alanları da yaratılacaktır mutlaka.
Peki Aşiyan neden bu kadar önemliydi Ömer ve senin için? Neticede Ömer, Boğaz'ın her şeyini defalarca eserlerine yansıtmış bir İstanbul çocuğu. Boğaz'da en çarpıcı renkli heykeller gibi gördüğü tankerleri ilk resmetmiş Türk sanatçısı. Düşünsene, şimdi o tankerler gün boyu önünden geçiyor.