Ali Bayramoğlu

29 Mart 2013, Cuma

Kürt meselesinde milat ve özgürlükler sorunu…

Nerede olursa olsun, neden olursa olsun özgürlük herhangi bir başarıya, bahaneye, gerekçeye, stratejik bakışa kurban edildiği an, en vahim ve derin bir hastalık başlar…

Kürt meselesinde son Nevruz bir milat oldu. 3 Ocak'ta ilan edilen barış süreci Diyarbakır'da Öcalan'ın "silah dönemi bitti ve silahları" çekin çağrısıyla yepyeni bir döneme girdi. Türkiye'yi bu noktaya taşıyanlara, kanı durdurmayı, Kürt sorununu çözmeyi hedefleyenlere Türkiye'nin büyük ve tarihi bir teşekkür borcu bulunuyor.

Daha ilk gün yazdım, bunların başında, "tüm riskleri göze alarak, az görülür bir cesaret ve kararlıkla elini taşın altına sokan, yeni Türkiye'yi bu çerçevede inşa etmeyi göze alan, devlet dokusunu askeriyle, istihbaratıyla, sivil bürokrasisiyle tam entege hale getiren, siyasi iktidar ve Başbakan Tayyip Erdoğan" geliyor

Evet, geldiğimiz noktaya bizi taşıyan aktörler ortadadır. Ancak burada "taşıma aracı"nın açık bir şekilde demokrasi olduğu gözden kaçırmamak gerekir. Öcalan'la görüşme, kamuoyuna açık yapılan silahların çekilmesi çağrısı, ancak demokrasi koşullarında olabilirdi. Önümüzdeki dönemde silahların bırakılmasını takip edecek siyasi düzenleme ve uygulamalar döneminde demokrasiye daha çok ihtiyaç olacaktır. Zira bu tam demokrasi koşulları gerektiren bir dönem olacaktır.

Tam demokrasi önemli bir kavramdır… Şimdi, Nevruz ve Kürt meselesinden bu konuya ve özgürlükler meselesine, daha doğrusu Türk siyasi hayatında madalyonun diğer yüzüne geçelim. Malum geçtiğimiz günlerde BDP heyetinin İmralı'da yaptığı görüşmelerin yayınlaması medya merkezli bir özgürlük krizine yol açtı. "Milliyet ve Hasan Cemal olayı" bu açıdan tarih defterine not olarak girdi.

Çelişkili değil mi? Malum, Ortadoğu'da, Kuzey Afrika'da otoriter rejimler yıkılıyor, çatırdıyor. Türkiye ise model olarak anılan ülke… Demokrasi için model ülke ve demokrasi açısından kimi açılardan sorunlu ülke.. Bu durumun yaman bir celişki oluşturduğu ortadadır. Karşımızda demokrasiye, demokratik açılıma, ülkenin sıradan vatandaşlara ve dışarıya verdiği imaja tümüyle zıt bir gerçek var. Öze dönelim…
Özgürlük ve özgür düşünce bir toplumun can damarıdır. Basın özgürlüğü ise bu can damarının en hassas noktasıdır. Gazetecilik, anlama, gözleme, anlatma, aktarma, bilgilendirme, denetleme işlevlerini yerine getiren bir meslektir. Bu işlevlerin varlığı toplumları açık toplum, demokrasi kategorisine sokar. Yokluğu ise bir kapalı toplum ve otoriter düzen işaretidir.

Açık, demokratik toplumların ön koşulu basın özgürlüğünün tam olmasıdır… Ön koşuldur zira aksi halde, sınırlanan sadece gazetecinin özgürlüğü değildir, aynı zamanda okurun, kamuoyunun özgürlüğüdür. Nerede olursa olsun, neden olursa olsun özgürlük herhangi bir başarıya, bahaneye, gerekçeye, stratejik bakışa kurban edildiği an, en vahim ve derin bir hastalık başlar… Basın hareket alanının sınırlanması toplumda siyaset ve demokrasi fikrinin gerilemesine neden olur.. Zaman zaman bu oluyor.

Dar alan ve yasaklar, toplumun bir sorunla ilgili bilgilenerek, bir sorunla ilgili farklı eğilimleri doğal görerek çözüme katkıda bulunabilmesinin, toplumsal meşru zemin oluşturabilmesinin önü tıkanıyor… Yasak fikri siyaset fikrinin önüne geçiyor…

Türkiye özgürlükler konusunda inen bir eğri izliyor. Seçimlerden önce, AK Parti'nin üçüncü döneminde en önemli meselenin özgürlükler ve özgürlüklerin kurumsallaşması meselesi olduğunu söylüyorduk. Diyorduk ki, AK Parti'nin üçüncü dönemi bir "kurma" dönemidir, değişim sürecinin kurumlaşması aşamasıdır. Değişim sürecinin kurumlaşması ise yeni bir anayasa hazırlanmasını, Kürt sorununu da kuşatacak toplumsal ve siyasal yeni mutabakatların ve bunlara ilişkin kodlar üretilmesini içermektedir.

Ve bu dönemin bu açıdan önceki iki dönemden farklı gerekleri bulunmaktadır. Mutabakat, uzlaşı, siyasi talep-siyasi karar etkileşimine kapı açma, katılım çıtasını yükseltme gibi daha derin demokratik bir iklimi icap ettirmektedir. Yeni dönemde doğru hedeflere doğru araçlarla yol alabilmek için AK Parti'nin siyasi irade ve siyasi cesarete dayanan "tek taraflı hareket etme ve takdir ederek verme" üzerine kurulu, "demokratik hâl" ile "ataerkil tutum"u iç içe geçiren siyaseti, bu siyasetin yarattığı atmosfer yeterli değildir. Bu iklime geçişin zorluğu ortadadır.

Basın özgürlüğünde alt sıralarda yer almak bunun göstergesidir. Türkiye'nin model olabilmesi için İslam ve demokrasinin birlikteliği yetmez, aynı zamanda yaşayan demokrasinin derin ve sahici olması gerekir.

SON DAKİKA