Ali Bayramoğlu

30 Temmuz 2013, Salı

Gezi sonrası Türkiye manzaraları

Çoğulculuk denilen aslında budur: Demokraside derinleşme, bu yolla genç ve yeni girdi ve talepleri kuşatma, bunları yaparken demokrasi yolunda biraz daha olgunlaşma…

Gezi olaylarıyla birlikte Türkiye en azından bir yönüyle yeni bir iklime girdi. Hareketli bir sokak, çevre meselesi gibi yeni siyasi hassasiyetlerin gücünün görülmesi, bunun üzerinden pek çok sol örgüt, yapı ve dokunun kendisine uygun bir eylem mecrası yakalaması, bunun dışında kamusal alan ve özgürlük ilişkisinin artan anlamı, dünyanın pek çok ülkesinde ortaya çıkan bir tür yeraltı ve itiraz siyasetinin devreye girmesi….

Bunlar karşımızda duran durumlar…

Bunların (faydacı siyasi hamleler, illegal ve eski sol örgüt güç gösterileri dışında) hatırı sayılır bir kısmı yeni toplumsal ve siyasal girdiler oluşturuyor.

Bu girdileri anlamak ve değerlendirmek için onları mevcut siyasi ve sosyolojik dokudan bir ölçüde bağımsız ele almak gerekiyor. Bu girdiler elbet iktidarın politikalarından ve onlara yönelik tepkilerden bağımsız değiller. Elbet ülkedeki kırılma hatlarından, hakim çelişkilerden de tümüyle azade değiller. Ancak onlar karşısında, yani yerleşik siyasi ve sosyal doku karşısında ve onlara oranla görece özerkler.

Eğer durum buysa, ülkede olup biteni, şimdi yapıldığı gibi, siyasi iktidar etrafındaki çatışmalar ve kutuplaşmalara bakarak anlamak ne kadar mümkün?

Hızlı geçmeyelim.

Bu tür hareketler birileri tarafından zemin olarak kullanılabilir, diğerleri tarafından araçsallaştırılabilir. Dahası bu tür girdiler eski kimi kırılma faylarını harekete geçirebilir, iktidar yıpratma ve devirme niyet ve girişimlerine zemin de oluşturabilir. Nitekim Gezi olaylarının illegal sol örgütler tarafından bir eylem alanı olarak kullanılması, 28 Şubatçı ve Ergenekoncu bir kesimin bir hevesle yeniden sahaya çıkma çabaları, Alevilik, Nusayrilik meselelerinin kaşınması bunun örnekleridir.

Ancak bunlar, söz konusu toplumsal ve siyasal girdilerin "yeni" olmaları, yeni bir duruma, katmana işaret etmeleri gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Bu yeni girdiler her şeyden önce karşımıza "toplumsal hareket nüveleri" olarak çıkıyor.

Esnek, çoğulcu ve parçalı, itiraz üzerine kurulu, kendi alanına sahip çıkmak isteyen genç bir siyasallaşma türüne işaret ediyorlar. Talep kadar, bir memnuniyetsizliğe işaret ediyor, bir eksiklik duygusunu ifade ediyorlar. Bu bakımdan, "iktidar", çoğul ifade edelim, üniversiteden kamusal alana "iktidarlar" karşısındaki tepkisel tutumlarıyla belirginleşiyorlar.

Türkiye açısından bakıldığında belki eylem türü olarak değil ama hissiyat olarak bir tür "68" ruhu olarak tanımlanabilirler. 68'in öte yüzü, o yeni gerçeklik arayışı, bireysellik, kurucu itiraz hali bize yeni yeni bulaşıyor.

1968'de Batı gençliği, iktidarları bozan ve sosyal düzene itiraz üzerine kurulu, yeni bir gerçeklik içinde koşar, bu istikamette ilerlerken, bizdeki gençler Stalinizmi, goşizmi keşfediyorlardı.

Bugün tablo farklı.

Karşınızda organize somut bir talep bulamıyorsunuz.

Organize temsili bir yapı, hatta yapı bile bulamıyorsunuz. Yarınları güvence altında olan yüksek eğitimli gençliğin bildik sol bir dili hiç yok. Aş, fakirlik, yoksulluk üzerinden konuşmuyorlar.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın söylediği gibi "ne istedikleri belli değil", "muhatap kim belli değil…"

Kabul etmek gerekir ki bu nüveleri anlamak kolay değildir. Kolay değildir, zira yerleşik zihniyetten, bu zihniyettin siyaset tasavvurudan oldukça farklı temeller üzerine kurulular.

Zorluk sadece siyasetçinin değildir. Yorumcu, akademisyen, sosyolog da benzer bir anlama meselesiyle karşı karşıya… Parçalara dokunuyorlar, ama tümünü anlamlandırmakta müşkülat yaşıyorlar.

Yeni dalgalar ve etkileri adım adım, zaman içinde oluşur.

Kökleri derindeyse bizde de öyle olacak.

Ancak açık olan bir başka gerçek var. Ülkenin yönetiminden doğrudan ve dolaylı sorumlu olanlar, tanımlama zorluğu yaşasalar da, olup biteni "kriminalize" etmeden, asayiş nesnesi kılmadan, eylemleri, gençleri eski kavgaların lojistik destek unsurları olarak değerlendirmeden ele almak, hatta kuşatmak durumunda.

Aksi halde olup biten gerçekten istikrarsızlığı besleyebilir.

Gençlerin "kamusal alan hassasiyetini, otoriteyle simgesel ilişki sorunları ve atarekil kurum ve aktörlerle köklü yönelik itirazını" dikkate almak gerekli ve önemlidir.

Bu, hiç şüphe yok ki, sandık ve temsili demokrasi yanında, onun değerini azaltmadan, onun karşısına çıkarmadan katılımcı demokrasiyi, seçimler arası formel ve enformel katılım mekanizmalarının tariflerini gerektiriyor.

Bugün çoğulculuk denilen aslında budur.

Demokraside derinleşme, bu yolla genç ve yeni girdi ve talepleri kuşatma, bunları yaparken demokrasi yolunda biraz daha olgunlaşma…

Önemli olan demokrasi hattından çıkmamak ve değişen, yenilenen toplumu böyle kuşatmak…

SON DAKİKA