Ali Bayramoğlu

19 Aralık 2013, Perşembe

Bir paradoks yılı olarak 2013

Yeni dönem kendisine has yeni etik kurallar ve siyasi bakışlar gerektiriyor. Devlet içinde cemaatlerin eylemlerinin sınırları, şekli ve meşruluğu yeni bir soru olarak karşımıza çıkıyor.

Her yılın bir karakteri vardır. 2013'ün de var. Bir tür kriz ya da kırılma yılı olarak tanımlarsak 2013'ü, sanırız pek itiraz eden olmaz. Buna onay elbet Mayıs ayını kaplayan Gezi olayları ve son günlerde yaşanan hükümet-cemaat gerginliği akla getirilerek verilecektir.

Ancak 2013'ün bir de tam ters istikamette anlamlar içeren bir gelişmeye tanık olduğunu unutmamak gerek. O da "Barış Süreci"dir. Newruz'da Öcalan'ın mektubunun Diyarbakır'da meydanda okunması, silahlı mücadeleye son açıklaması, buna karşılık devlet tarafından çözüm için gerekli risklerin alınacağı ve adımların atılacağı iması, Türkiye'nin sadece en köklü sorunlarından birisine yönelik bir çözüm hamlesi değildi. Aynı zamanda yeni Türkiye'nin resminin en net çizildiği, çokkültürlü bir toplum hedefinin netleştiği anlardan birisiydi. Başka bir ifadeyle 2002 sonbaharında başlayan bir değişim ve dönüşüm sürecinin "doruk" noktasıydı.
Eğer durum böyleyse 2013 yılını iki ucuyla ele almakta fayda var.
Bir uçta derinleşerek devam eden, temelde demokratikleşme fikri üzerine oturan bir değişim süreci bulunuyor…
Diğer uçta ise gerek Gezi olaylarının işaret ettiği toplum-devlet arasında yaşanan bir kopukluk krizi, gerekse hükümet-cemaat tartışmalarının gösterdiği gibi devlet alanı içinde bir iktidar mücadelesi ve bunun ürettiği bir siyasi farklılaşma hali yer alıyor.
Bu iki ucu birleştirerek bir bütün olarak düşündüğümüz zaman, bu gelişmelerin Türkiye'nin önümüzdeki dönemiyle ilgili bir pek çok ipucu taşıdığını söylebiliriz.
İlk ipucu şöyle: Biliyoruz, Kürt sorunu kanayan siyasal ve toplumsal bir yara olarak Türkiye'nin demokratik istikametini, iç öyküsünü derinden belirlemeye devam edecektir. Ve tuturulacak yol örneğin 2009'da olduğu gibi otoriter reaksiyonlar ve şiddet üzerine kurulursa bunun toplumsal sonuçları başka olacaktır, 2013'teki umut iklimi oluşursa, durum, baştaki güzergaha işaret edecektir.
Altını çizmeden geçmeyelim, 2013'te bu konuda atılan adımların siyasi iradenin kararlılığıyla yakından ilgisi var. Ancak çatışmaların ve sorunun geldiği tahammül edilemez noktanın da yeni bir yol açtığı başka bir gerçek. Bunun en önemli kanıtı 2013 yılında toplumun büyük bir kesimi tarafından "çözüm süreci"nin moda deyimle satın alınmış olmasıdır. Gerçekten de "Akil Heyetler"in faaliyetinin ortaya koyduğu en önemli gerçek budur.
Barışın, 2013 itibariyle, alınacak risker dahil toplumsal meşruiyeti tamdır.
Diğer bir ipuçu ise şudur:
Türkiye yıllardır din-dindar-siyaset ilişkisi açısından kapalı bir toplum olarak yaşadı. Kabul etmek gerekir ki, AK Parti dönemi bu dengeyi tersine çevirdi. Dindarların devlet alınındaki varlığı ve meşruiyeti kendiliğinden hâl kazanırken, dini toplulukların kamusal alandaki varlığı da benzer bir yol izledi. Nitekim yaşanan cemaat tartışması bir yönüyle bu noktaya işaret ediyor.

Cemaatlerin şekli ve meşruluğu

Buna karşın yeni dönem kendisine has yeni etik kurallar ve siyasi bakışlar gerektiriyor. Devlet içinde cemaatlerin eylemlerinin sınırları, şekli ve meşruluğu yeni bir soru olarak karşımıza çıkıyor.
Aynı açıdan şimdi, üçüncü ipucuna, Gezi olaylarına ve işaret ettiklerine değinelim.
Gezi olayları malum hükümet tarafından bir kalkışma olarak görüldü. Böyle bir boyutunun olmadığı elbette söylenemez. Zira Gezi olayları hükümete yönelik farklı itirazların, memnuniyetsizliklerin ve muhalefetin sesinin yükselttiği ve sistemi tıkadığı bir zemin oluşturdu. Bu sesler arasında ulusalcılar, darbe meraklıları kadar, AK Parti'yi alaşağı etme niyetinde olanlarınki de bulunuyordu.
Bununla birlikte Gezi olaylarının toplumsal zemin olarak, toplum-devlet ilişkilerindeki bir kriz olarak ele alınmasının büyük önemi var.
Gezi bu çerçevede AK Parti'nin reformcu politikalarıyla değişen, zenginleşen, özgürleşen bir toplumun yeni taleplerini ifade ediyordu.
Bu talepleri "katılımcı demokrasi" adı altında toplamak mümkün. Katılımcı demokrasi aslında temsili demokrasinin bir tamamlayıcısıdır.
Ve bizde bunu talep etmeye sıra henüz gelmiştir.
Bu kriz sırasında AK Parti'nin tepkileri reformcu hükümet imajını bozacak boyutlara ulaşsa da, sonuç olarak, söz konusu taleplerin dile getirilmesi ve görülmesi açısından 2013 olumlu bir yıl oldu.

SON DAKİKA