04 Aralık 2012, Salı

Elektrikli ısıtıcı romantizminden sevgilerimle!

Yol ıssız. Hava buz. Direksiyondayım. Uzun farları yakmıyorum. Araba hızla karanlığın içine doğru ilerliyor. En sevdiğim yol hali… Çok uzakta rüzgâr tribünlerinin yanıp sönen kırmızı ışıkları var. Müzikçaların tuşuna dokunuyorum. Önce oryantal bir keman sesi dolduruyor içerisini, ardından Jane Birkin'in nazik seslenişi geliyor: Elisa… Elisa! Gaz pedalına biraz daha yükleniyorum. Direksiyonda olmanın tuhaf bir özgürlük illüzyonu var. G. Ballard'ın sözüydü, değil mi? "İnsan o sırada kendi ölümünü avuçlarının arasında tutar ve bu irade sınavından hoşlanır." Aslında bir an önce eve varmam gerekiyor. Aktüel'deki arkadaşlar dergi baskıya verilmeden önceki son gecedeler. Benden "Güzel Şeyler" yazısını bekliyorlar. Tam bunları aklımdan geçirdiğim sırada farlar kasabaya yaklaştığımı gösteren karayolları levhasını aydınlatıyor.

İstanbul Modern sergilerine bayılırım. Ama 22 Ocak'a kadar sürecek "Hayal ve Hakikat" sergisi itiraf etmeliyim ki, bende ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. 1900'lerden bu güne kadın sanatçıların yapıtları bir araya getirilmiş. Ana tema şöyle dile getirilebilir: Kadın sanatçılar kadınları anlıyor ve anlatıyor… Serginin hedefi bu ama hedefe varılamamış! Çok söz, çok görüntü, çok iş var ama dişe dokunur anlam yok denecek kadar az... Ancak bu sergi için İstanbul Modern'e gitmenin güzel bir yanı var! Bir sürpriz! "Tekinsiz Karşılaşmalar" adlı fotoğraf sergisini de görebilme imkanı! Neden tekinsiz peki? Hani çekerken hiç aklınıza gelemeyen şeylerle fotoğrafa sonradan baktığınızda karşılaşırsınız ve ürperirsiniz ya, işte öyle fotoğraflar var sergide!

Şirin nesnelerden çok güzel eşyalar çeker beni. Ama kedi desenli kahve bardakları farklıdır. Onlar hem şirin hem de güzeldir. Paşabahçe mağazalarına girdiğimde bu bardaklara uzun uzun bakmaktan kendimi alamıyorum. Bazen Woo mağazalarında da kedi desenli ilginç kahve bardakları ve çerez tabakları karşıma çıkıyor. Meraklısına öneririm.

iPad'le yaşadığım aşkın ömrü pek uzun sürecek gibi görünmüyor. Ama "Pressreader" uygulaması var ya, öyle baştan çıkartıcı ki! Dünyanın her yanından çeşitli gazeteleri bildiğimiz gazete formatında sayfaları çevirerek okumanın keyfi bambaşka!

Antakya'dan gelmiş kırma yeşil zeytinin tadını nasıl anlatabilirim ki! İmkânsız! Her tanede dipdiri hayat! Ağzıma atmadan önce her birini tek tek öpmek istiyorum, diyeceğim, "daha neler, amma da abartıyorsun" diye güleceksiniz. Neyse… Haydi sevgilim, uyan da kahvaltı yapalım!

Yazlık evde kış vakti elektrikli ısıtıcıyla idare etmeye çalışmak başlı başına bir macera! Şu an mesela, ayaklarım ısınıyor, omuzlarım donuyor. Bir yandan da Meksikalı besteci Manuel Maria Ponce'nin (1882-1948) tanınmış yapıtı Estrellita'yı dinliyorum. O iyi geliyor. Bahar gelmiş, ben dere tepe dolaşmaya çıkmışım da, öğleye doğru güneş sırtımı tatlı tatlı ısıtacakmış sanki.

İyi ki Onur Ünlü var! Korkmadan, çekinmeden bambaşka bir mizahın kapısını aralayan; absürt anlatımla bilgeliği yan yana getirebilen bir sinemacıya sahip olmak ne güzel! "Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi"nden çıkalı birkaç saat oldu! Hâlâ gülüyorum. Bir taraftan da fena halde ciddiyim!

Onur Ünlü'nün zamanında "Ah Muhsin Ünlü" mahlasıyla yazdığı şiirleri bilir misiniz? Bir yerlerden bulup okuyun bence! Hele "Hatırlat da haziran sonlarında çocukluğumu yakalım" adlı şiirini…

24/11/11

SON DAKİKA