Selahattin Yusuf

04 Aralık 2012, Salı

Arap Baharı: Ne öğrendik?

"Arap Baharı" bebeğine ismini İngiliz dili koydu: "Arab Spring". Dünya ölçeğinde nefretlerin de sevgilerin de dili İngilizce. Bunu bir kez daha anladık. Dünya sistemi, nerede ne varsa "dilini" çekip kendine bağlıyor. Daha baştan böyle bu. Avrupa ve Amerika'nın dışında kalan coğrafyalar, en haklı çığlıklarına bile İngilizce bir isim vermek ve kavgalarının ismini o dilde çağırmak zorundalar. Geçerli olmayan bir paranın, dünyanın merkez bankasında "bozdurulup" genel-geçer paraya çevrilmesi ve "konvertible" olması gibi bir şey bu. Dünyada Euro ve Dolar geçiyor gibi bir şey.

Dipten gelen dalga, bütün Kuzey Afrika "levhasını" sarstı, silkeledi. Bizim Van'daki Bayram Oteli gibiymiş onlar da. Bütün yoksul toplumlar gibi onların da "Nomenklatura"sı varmış. Kayırılmışlar listesi varmış. Herif Paris'ten penis büyütücü aparat getirtiyormuş ve bu onun için neredeyse bir memleket meselesiymiş. Buyurun! Ama rejimlerinin ölümcül makyajları halkların üstüne döküldü. Kaddafi'nin ölümcül erektasyonu, kafasına terlikle vurulmak suretiyle sona erdirildi. Ama -iyi kötü fark etmez- bir ülkeyi uzun yıllar temsil etmiş bir insanın kafasına kirli terlikle vurmak o ülkenin şerefini ve haysiyetini de öldürmez mi acaba? Bence öldürür. Asıl katilleri bıyık altından güldürür bu ve bu acımasız, insafsız, vicdansız sırıtkanlık kalıcılaşır. Kalıcılaştı zaten.

Anladık ki enformatik manipülasyon çağında ulus-devletlerin ulusları da, devletleri de kolayca kevgire dönebiliyor. İnternet enformasyonu, halkların da kimyalarını bozuyor, devletlerin de. Delik deşik olmayan bir şey kalmıyor. Bireylerin mahremiyetleri de yok artık, devletlerin de. Artık korunacak bir şey varsa, o, kültürle, sanatla, bilinçle korunacak. Bence dünyada özgün millet olabilmek, ayazda hayatta kalabilme yeteneğiyle ölçülecek artık. Ancak açık ve şeffaf olduğunda da güçlü olabilenler güçlü kalabilecekler.

Çelişkilerin üstünün güçle örtülebileceği zamanları geçtik. Kabile çelişkileri, ırk çelişkileri, güç çelişkileri, sınıf çelişkileri artık eskisi kadar kolay yönetilemeyecek. İçindekileri sıkıştırmış düdüklü tencerenin kapağını gelip açan bir el mutlaka bulunuyor artık. Tencerenin içinde pişenler, birbirlerinden daha çok razı olmak zorundalar. Birbirlerini daha çok anlamak zorundalar. Birbirlerine daha çok yaklaşmak, benzemek zorundalar.

Bu günlerde Suriye'de çekilmiş bir video dolaşıyor youtube'da. Sözde muhaliflere destek veren bir belediye başkanını Esad askerleri evire çevire dövüyorlar. Falakaya yatırmışlar. Aşağılıyorlar. Gözdağı veriyorlar. İzleyenlerin içi kalkıyordur. Bu nasıl bir kültür acaba? Saf şiddet bundan daha namusludur. Çünkü bu görüntüler şunu ispatlıyor: Esad, eğer yıkılırsa, başına kirli terlikle vuracaklar! Ve başka bir şeyi de ispatlıyor: Avrupa ve Kuzey Amerika dışında insanın değeri, izzet-i nefsi çok ucuz. Buralarda insanların mesajları böyle. Konuşma metinleri hortumlarla, falakalarla, terliklerle dolu.

1968 dalgası dünyayı sardığında ne olmuştu? "Prag Baharı"nı hatırlayın. Şiddet, sadece dünya sisteminin periferisine sürülmüştü. Merkezi Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da, biraz telaşlı ve renkli bir piknik etkinliği gibi gelip geçmişti '68. Ama Latin Amerika'da ve Türkiye de dahil, buralarda, kan gövdeyi götürmüştü. Neden? İnsana saygının o uzuuun uğraşlar gerektirecek terbiyesi yok buralarda çünkü. İyi müzik yok, iyi eğitim yok, iyi giyim yok, iyi sağlık yok, iyi iletişim yok, iyi yazı yok, iyi sinema yok, iyi beton yok, iyi mimari yok, estetik terbiye yok, iyi hayat yok: Ucuz hayat var.

İstanbul Belediye Başkanı açıkladı geçen gün. İstanbul'un en sağlam yapıları tarihi binalar, dedi. Bence metafor olarak da doğru bu söz. Türkiye'nin en sağlam "yapıları" tarihi olanlardır. Tarihi olmayan, kültürü olmayan, müziği olmayan, mutfağı olmayan toplumların "Baas"lıkları yatsıya kadar yanar çünkü. Yanıyor da. Yıkılırlarken "çalınan" malzemelerin boş bıraktığı yerlere bakakalıyoruz.

24/11/11

SON DAKİKA