Selahattin Yusuf

04 Aralık 2012, Salı

Can Dündar’dan “Çaycısına kadar! NTV istifaları ve bir lapsus

Can Dündar, malum "baskılar" dan şikâyet edip, NTV'deki işine son verildiğini yazdı geçenlerde. Yine "dokunaklıydı" yazısı. Yine Türk şiirinden "cuk" oturan dizelerle teğellemişti dramı. Hiçbir sorun yok. Benim derdim başka. Bir "lapsus" vardı yazısında; o dikkatimi çekti. Onu söyleyecektim. Nedendir bilmem, programcılar, yazarlar, ayrıldıkları mecralarda teşrik-i mesaide bulundukları insanlardan dem vururken, onlara "veda ederken" çaycıları da hatırlıyorlar. Şimdiye kadar sabrettim. Her ayrılan "çaycısına kadar" teşekkür etti. Sustum. Ama Can Dündar'ın aynı hatayı yapması da işte beni söylemeye mecbur etti: Yahu kardeşim, sen değil misin Türk şiirinin güzel dizelerini yazılarında birer duyarlılık süngüsü gibi nobran, düz kafalara sokan, kakan? Sen değil misin insanlar el ele tutuşsun, hayat bayram olsun duyarlığını bayrak gibi göndere çeken? Sen değil misin, hepimizi loş ışıklar altında peçeteler aramaya mecbur bırakan sesinle aşkların, özgürlüklerin, eşitliklerin hikâyelerini böğrümüze böğrümüze parçalayan? E, ne peki şimdi bu yaptığın? Ne demek "Çaycısına kadar"? Bu hazır hiyerarşi kalıbını nasıl kullanırsın? Böyle "yukarıdan aşağıya" çekilmiş çizgileri içlerine dalgınlıkla sindirmiş olanlar, çaycının bir insan değil de "çaycı" olduğunu dikkatinde tutanlar, nasıl olur da Can Dündar olurlar, olabilirler? Değil mi? Ben mi yanlışım? Çok mu ayrıntıcıyım? Söyleyin, sinirlerim mi bozuk benim?

Marakeşi de atlattık hayırlısıyla
Karım Ayşe istiyordu ne zamandır. O istedikçe de ben direniyordum. Sonunda son söz "evin reisinin", yani benim oldu: "Tamam hayatım" dedim, "Gidelim, peki!" Yolda sohbet ediyoruz Ayşe'yle. Oradan buradan. Ben arabanın lastiklerini nasıl geri döndürürüm diye soruyorum kendi kendime ara sıra. Çaresiz bir abukluk olduğunu bile bile. Zaman zaman da gerçek Marakeş'i ve kafa açıcı yazarım Elias Canetti'nin o enfes cümlelerini geçiriyorum kafamdan, kendimi bir parça eğlemek için: (Marakeş'te Sesler - Die stimmen von Marrakesch). Olmuyor. Arabamız ilerlemeye devam ediyor. Sanırım teslim oluyorum yavaş yavaş. Canetti'nin ve başka büyük yazarların yapabileceği pek bir şey yok bu gece. Ele geçirilmiş durumdayım ve "götürülüyorum.."

Çeşme Belediyesi'nin, 1920'lerin cephe gerisi hatlarını andıran yollar olmasını gönülden dileyerek -ilginç bir müze tutkusuyla, sanırım- yüzüstü bıraktığı yollardan ilerleyip Ayşe'nin hayali "Eldorado"suna varıyoruz. Marakeş'e. Gerçek Marakeş değil elbette. Gerçek Fas değil. Gerçek çöl değil. Ama "GERÇEK" bir ruh çölü burası! Ve -tahmin ediyorum ki- benzeri yerler de böyle. Hesapta eğlence yerleri buralar. Ama insanların neden "GERÇEKTEN" eğlenmek yerine zor bir görevi yerine getirmek için gecenin üçünde bu kadar didindiklerini, neden canlarını dişlerine taktıklarını anlamak imkânsız. Ruhun (Gerçek neşenin) değil; biyolojinin müziği ortalığı zangır zangır titretiyor. Ortalık ipleri kopmuş erkek ve dişi pinokyolarla dolu. Asılmış yüzlerinin yalanını, birtakım kültür-fizik hareketleriyle örtüyor olmak (Yalan: Eğleniyorum! Eğleniyoruz!) burunlarını uzatmış. Alkolle parlatılmış gözlerini öteye beriye kaydırmış ve küçültmüş. Berbat bir Picasso tablosu. Ayşe'yle önce amfilerin -müzik değil- "gürültü" saldırılarından korumak için arkaya geçip görece sakin bir yere oturuyoruz. Sonra ayaklarımız bizi "EXIT"e doğru yöneltiyor. Arabamıza biniyoruz. Bir zevksizlik saldırısını yalnızca ufak tefek sıyrıklarla atlatmış olmanın sevinciyle gaz pedalını hasır paspasa yapıştırıyorum. Çeşme'nin yeni yıkanmış gökleri yukarılarda. Yıldızlar yine o harika kayıtsızlıklarıyla, o tarifsiz tembellikleriyle serpilmişler oraya buraya.

"Son biletleeer! Çıkmaz demeyiinn! Çıkmazsa yine deneyiinn! Olmazsa piliiz tıray egeyiinn!" Alaçatı sokaklarında akşam akşam kulaklarımıza çalınan bir nida. Elinde umudun, şüphenin, tehlikenin ve imkânın şifrelerini taşıyan adamın alaycılığı elbette bu. Çok haklı bir diskur. Neden mi? Bir trilyon karla-otuz beş lira zarar arasındaki acımasız çelişki duygusu ancak ironiyle yumuşatılabilir de ondan. Dikkat edin, bilet alanların ilk duygusu da ironidir. Biletlerini çekerken ettikleri ilk cümleler, kendilerine yönelik bu sentetik "yumuşatıcıyla" doludur.

04/08/11

SON DAKİKA