Selahattin Yusuf

04 Aralık 2012, Salı

Eski Türkiye kolaydı; şimdiki daha zor!

"Dünyada gözü olmayanların" dünyanın en küçük bir işareti karşısında nasıl telaşla birbirlerinin ayaklarına bastıklarını, safları bozduklarını, hikmet ve gönül cephesinde nasıl da tozu dumana kattıklarını gözlerimizle görüyoruz. Bebeğin sebepsiz gülüşü, onun dünya görüşüdür. Damarlarında neşe vardır onun. Ama yetişkinlerin sözüm ona "neşesi" son zamanlarda fena halde zorlama eğlence kokuyor. Kendi içini doldurmaktan aciz bir eğlence bu. Değişiyor hayatımız. Neşe gittikçe kayboluyor. Daha büyük, daha yüksek bir yere bağlanmıyor dansımız çünkü. Boşluğa düşüyor ayaklarımız. Kendi çekimi yine kendisi oluyor. Amacı yine kendisi olan eğlencemizin acınası bırakılmışlığını saklayamıyoruz. Suratlarımızın asılmışlığını saklayamıyoruz. Eğlencenin süper-egosu zayıflar zayıflamaz, bilinçötesinden saldırıveriyor tetikteki neşesizlik.

"Dünyada gözü olmayanların" dünyanın en küçük bir işareti karşısında nasıl telaşla birbirlerinin ayaklarına bastıklarını, safları bozduklarını, hikmet ve gönül cephesinde nasıl da tozu dumana kattıklarını gözlerimizle görüyoruz. Neşesizlik, her gün yeni, taze gerekçeler buluyor kendine. Eğlence ise hesapsızca yayılıyor. Yüzlerin derinden asılmışlığında tanıyoruz onu. Hayretler içindeyiz; ama hayretimizin nesnesi, bir zamanlar memleketimizi çekip düzlüğe çıkaracak diye umut ettiğimiz kitle. Güzel neşenin, yüce neşenin hüzünlü ve gerçek vahasının sakinleri yani. Üzülerek birbirlerine düştüklerini görüyoruz. İnternette, sosyal medyada bu kadar çok eğlencenin olması ve buna mukabil hemen hemen hiç neşenin olmamasını ben böyle açıklıyorum.

Neşenin sebepsizliği, suçsuzluğu, canlılığı, gücü ve kuvveti gitti gidiyor. Neşe, parayla satın alınmış eğlencenin plastik gösterişine yeniliyor. Eğlencenin yeni, acemi biçimleri giderek boy atıyor. Aileler mesela: Maddi güç marifetiyle, onun kutsallığını savunanlar tarafından berhava ediliyor yavaş yavaş. Ve bir "ara kuşak", ilginç bir melezlik tarafından zihinleri, dilleri, terbiyeleri ve zevkleri bozulmuş bir ara kuşak, bu yeri doldurulamaz "yaşam-destek ünitesinin" dışında bırakılıyor. Kuran'dan ayetler "copy-paste" ediyorlar bu çocuklar, sonra aynı metnin içinde kul hakkı yiyorlar, kardeşlerinin etini çiğniyorlar, sonra bir şiir paylaşıyorlar ağızlarında çikletle, sonra galiz küfürler ediyorlar, sonra dönüp yine içleniyorlar, zevksiz bir pop müzikle yüksek bir fikre mesnet getirip, bekçi sopasıyla lümpenliğin duvarlarına gül resimleri çiziyorlar, hisleniyorlar, bağırıyorlar, susuyorlar, ağlıyorlar, küfrediyorlar, var oluyorlar, yok oluyorlar, arada kalıyorlar, sıkışıyorlar, eziliyorlar. Nefretleri amaçsız, sevgileri sadakatsiz, kişilikleri korunaksız, karınları yumuşak, dilleri dolaşık, fikirleri rüküş, akılları acınası bir sözde tutarlılıklar curcunası içinde. Tehlikeliler: Bebeklerin sebepsiz gülüşünü alay ve tehdit olarak algılıyorlar.

Bir zamanlar hayatı ciddiye alanların mahrem, sıcak neşesini şimdi, bugün sorgulamak zorunda kalmak gibi afiyet kaçırıcı bir görevle karşı karşıyayız. Türkiye'de hayatı ciddiye alanların, başka çareleri olmadığı için bu yüce amaç etrafında toplanmış olduklarını teslim etmeliyiz bugün. Bazıları gibi kınamıyorum ama bunu ben. Sadece devrimler ve askeri darbeler olağanüstü şartlar oluşturmaz toplumlarda; bazen sosyolojinin tabii zeminine oturması, yerleşmesi de olağanüstü şartlar oluşturabilir. Bir cephenin gerisinde hep birlikte olmanın kendisidir neşe. Ama o neşenin, siperden çıktıktan sonra da sınanması gerekecektir. Hayatta doğrulanması gerekecektir. Bütün duyguların ve düşüncelerin, hatta zevklerin de sınanması gerekecektir.

Türkiye'de dindarlar, belki siyasi iktidarın sahipleridirler bugün; ama sanıldığı gibi ekonominin, sosyolojinin ve kültür dünyasının iktidarı değillerdir. En azından sokakta böyle görünmüyor. Siyasette ustalıklı ve kendine güvenliler; ama sosyolojide, kültürsanat hayatında ve sokakta değiller. Neden? Çünkü -mücadele ne kadar çetin olursa olsun bir kafa konforu ve peşin bir NEŞE vaat eden- siperin dışına henüz çıkıyorlar ve ayaklarını büyük bir imtihanın içine henüz basmış bulunuyorlar. Hayatı şimdi ciddiye almak zorunda kalmadan ciddiye alabilecekler mi; yoksa ona sırtlarını mı dönecekler. Ben de dâhilim buna. Göreceğiz.

29 MART-11 NİSAN 2012

SON DAKİKA