Selahattin Yusuf

02 Mayıs 2013, Perşembe

Ben liberal değilim, haberiniz olsun (II)

Bilmiyorum. Samimi itirazlarım yanlış anlaşılmaz inşallah. Ben insanları, onların gözlerinin içine bakarak seviyorum. Hayvanları da öyle. İnsanın, insan için imkan, umut olduğuna inanırım. Ama "insan" aynı zamanda bu kadar yeniden-inşa edil(ebil)en bir nesne olarak nereye kadar her şeyin ölçüsü olabilecek?

Ne var bu "Eski Yunan'da" diye harıl harıl eşelendiğim günlerden -ilk gençliğimden- aklımda sadece Protagoras kaldı, diyebilirim. Kaldı, çünkü geçen zaman içinde dolaylı yollardan hep karşıma çıktı ve kendini tekrar tekrar hatırlattı. İsmi "sofizm" ('sufizm' de diyebiliriz, biliyorsunuz) olan bir akımdan "retorik" esnaflığını o çıkarmıştı. Ona göre Hakikat (So-u-fizm) sonuçsuz ve beyhude bir uğraştı. "Doxa"dan ('Zan') başka bir şey değildi o. Hakikat, ulaşılabilecek bir şey değildi.

Onu aramayı terk etmeliydi. "Retorik" (dili kullanma becerisi, dil ile kendi-içinde-tutarlı-yapı-kurma uğraşı/ imkanı) filozoflar için tek geçerli yoldu. Böylece, bizi varlığıyla -tasavvur ettiğimiz kadarıyla- bir yola sokan, eğiten, ruhumuzu hülyalara açan, çağıran bir imkan olarak "Hakikat" gözden düşüyordu. "İnsan her şeyin biricik ölçüsüdür" diyordu Protagoras. Tek hakikat, hakikatin geçici tasarımlarını herkesin dili kullanma becerisi ile kotarabileceği kadarıyla hakikattir. Uzatmayayım; Herakleitos'un "baş aşağı" duran felsefesini -hani sizin modern zamanlarda nasıl deniyor- "düzeltmiş ve ayaklarının üzerinde" yere koymuştu. Sonradan, nedense ve çok şaşırtıcı biçimde hümanistlerin (DE) göklere çıkaracağı Sokrates-Aristoteles-Platon gibi filozoflar, Protagoras'ın bu "sofizmine" hücumlar edecektir. Protagoras'ın retorikçi köşe yazarları ve TV yorumcuları, site site dolaşıp oluşturdukları "retoriklerini" para/itibar karşılığı satacaklardır. Bu bakımdan çağdaş/liberal hümanizm (demek oluyor ki bu yazıda 'politik doğruculuk') Protagoras'a çok şey borçludur. Post-modernizm de öyle. Retorikçiliğin çağdaş akımları da öyle. Ama beni bu yazıda özellikle ilgilendiren, hümanizm.

Protagoras'tan beri değişmedi bu durum. Günümüzde kendini en çok "politik doğruculuk" (politically correctness) olarak dışa vuran bu tavrın, insanlığın Sokrates'ten beri biriktirdiği beşeri hakikat hazinelerinin içini boşaltmakta olduğunu düşünüyorum. Bir örnek. Buradan değil, zira yüreğim dayanmaz; "çağdaş ve özgür" dünyadan: 2004 yılında Avusturyalı feminist yazar Elfriede Jelinek Nobel ödülü aldı.

İsveç Kraliyet Akademisi üyesi Engdahl, bu duruma şiddetle itiraz etti. Engdahl, Jelinek'i kastederek; "Eğer edebiyat hiçbir şeye yöneltmeyen ve hiçbir şeyi amaçlamayan büyük bir güçse, sen günümüzde bunun en doğru temsilcilerindensin" diyerek istifa etti. Bu üyenin bu kadar feveran ederek koltuğunu bırakması, nedense ülkemizde hiç duyulmadı, anılmadı, hatırlanmadı. Ama, dünyayı giderek sarmakta olan bu tuhaf "amaçsızlığa" karşı içinden yükselen çığlığa engel olamamıştı. Engdahl'ın süngüsü sonra koskoca Nobel jürisine döndü: "Nobel'in liberal dünyaya pazarlanması için bunlar şart, sizi anlıyorum!" deyiverdi.

Bakın, kendimi tutamadım. Bir de "içeriden" bir politik doğruculuk örneği vereceğim: 2000'li yılların başıydı. Yeni-Liberalizmin bu "doğruculuk" eğiliminin fena halde farkında olan ve Jelinek'in ülkesinde yaşayan bir arkadaşım, Viyana merkezli bir belgesel film festivaline başvurmuştu. Belgesel sekreterine eserini takdim ederken, bıyık altı gülümseyerek; "Türkiye'den başvuruyorum. Ama eşcinsel, Alevi ve Kürt değilim. Bu durumda yarışmaya kabul eder misiniz?" Arkadaşım, sekreterin yüzüne yayılıveren zeki ve utangaç gülümsemede, şakasının doğru algılandığını sarih biçimde okuduğunu söylerken hâlâ kıkırdıyordu.

"Politik doğruculuk" sahte bir "insan her şeyin ölçüsüdür" şiarıyla liberalizmin uluslararası yayılma/yerleşme zemini haline geldi. Artık kadim ve yerinden edilmemiş gerçekliklerin her türü gözden düştü. Dil, yenilendi ve bu yeni perspektife uygun olarak yeniden dizayn edildi. Kelimelerine kadar değişti, re-organize oldu. "Homoseksüel" demek "doğru" değil artık; eşcinselliği "gay" kelimesiyle, yani "şen, hayat dolu insan" anlamıyla ifade etmenin daha "doğru" olduğuna, neredeyse dalgınlıkla inandırıldık.

Ama son çarpıcı örnek şuydu benim için. Fazıl Say'a ceza veren hakim; "Bu sözler üç büyük dine de hakarettir" dedi. Benim takıldığım nokta tam da bu işte. Sadece Müslümanlara yönelik olduğu oldukça açık bir hakaret, ancak ve yalnızca, aynı anda "üç büyüklere" DE yönelik olduğunda hakaret mesabesine çıkarılabiliyor. Tek başına İslam, kendini savunmak, haysiyet ve izzetini korumak hakkına pek öyle sahip değilmiş alt-metnini de içeriyor.

Bilmiyorum. Samimi itirazlarım yanlış anlaşılmaz inşallah. Ben insanları, onların gözlerinin içine bakarak seviyorum. Hayvanları da öyle. İnsanın, insan için imkan, umut olduğuna inanırım. Ama "İnsan" aynı zamanda bu kadar yeniden-inşa edil(ebil)en bir nesne olarak nereye kadar her şeyin ölçüsü olabilecek?

Bütün bunları, insan aklının bulduğu yeni ve faydalı boncuklar diye satmaya kalkışanlara ise yalnızca acırım. İnsan "ilerlemesinin" sathilik ve sululuk dışında başka yollarının keşfedilmesi gerekiyor. 1512 yılında Amsterdam'da bir Hollandalı düşünür, Engizisyon tarafından "İbn'i Rüşdcü" olduğu için yakılarak idam edilmişti. Burjuva ideolojileri Engizisyon'u uzun yüzyıllar içinde aştı. İnsan, gerçekten de her şeyin biricik ölçüsüymüş gibi duruyordu. Ama biliyoruz ki gezegenimiz sonra, 1914 ve 1939'da, iki kez kıyametimsi bir saydam duvara çarptı. İnsanlık, bütün "ortak paydalarıyla" ve çağdaş değerleriyle birlikte, iki kez, kökünden ve tamamen yürürlükten kalktı. Kazanan hep "yenilik" oldu.

SON DAKİKA