Yazarlar
Yeşim Özcan

Yeşim Özcan

Mutfak Penceresinden TÜM YAZILARI
23 Ağustos 2010

Top atıldı, haydi sofraya!

Vaktinden önce koşarak gidip alınan sıcacık pideler, hurma, zeytin, sofraların baş tacı nefis güllaç, baklava. "top atıldı haydi sofraya" diye başlayan iftar yemekleri… Ortaoyunu, Karagöz'le Hacivat'ın bitmeyen kavgaları. Kağıt helva, rengarenk macun, nargile ve kahve keyfi, ardından dostlarla yapılan sohbetler...

Mahalle mahalle dolaşan ramazan davulcusunun manileri, yorgan altında kıpır kıpır beni de çağırsınlar diye beklenen sahur yemekleri… "Sen küçüksün tekne orucu tutarsın" diyen ninemizin sesi… Nerede çocukluğumuzun ramazanları? diye başlayan cümleler. Geçmişte yaşadığımız her şeyi özler olduk!

Ramazan ayı ilk çarşıya pazara gelirmiş…

En başta hurma, zeytin, ille de tulum peyniri, rengarenk reçeller, bal-kaymak, ramazan ayının olmazsa olmazı pastırma, hoşaflık, şerbetlik kuru kayısı, erik; böreklik, baklavalık bir de mis gibi tereyağlı-cevizli pişecek ev eriştesi kesmek için un, baklavanın şerbetini kaynatmak için şeker, güllaca koymak için gül suyu. Ramazan ayı gelmeden iki üç hafta önceden başlarmış hazırlıklar. Tatlı bir telaş sararmış her yanı… Bir ay boyunca pişirilecek yemekler, iftar sofrasına davet edilecekler, sonra bayram sabahı kahvaltısı, bayramlıklar, hediyelikler derken uzar gidermiş "yapılacaklar" listesi…

Anadolu mutfak kültürünün en güzel örnekleri sunulurmuş ramazan ayında kurulan sofralarda.
Erzurum'un ayran aşı çorbası, tadından yenmeyen kadayıf dolması; Malatya'nın analı kızlı köftesi; Gaziantep'in Beyran Çorbası; Mersin'in Sini Köftesi; Ankara'nın meşhur Ankara Tavası, İzmir'in Sütlü Böreği… İftarda ağırlanan konuklar için hazırlanırmış en güzel yöre yemekleri! Eş-dost, konu-komşu yesin diye kurulurmuş en güzel sofralar! Dargınları barıştırıp, uzun zamandır birbirini göremeyenleri bir araya getirirmiş, fakir-fukarayı bir ay mutlu edermiş "ramazan sofraları"

İftarımızı Yaptık, Diş Kiramızı Aldık…
Eski ramazan günlerine ait adetlerden birisi de Osmanlı Dönemi'nde uygulanmış olan "diş kirası" verme alışkanlığı: O dönemlerde ramazan ayının on beşinden itibaren sarayda, zengin konaklarında ramazan sofraları kurulup, ev sahiplerinin en yakınlarından, mahalle komşularına, fakir fukara halka kadar davetli-davetsiz herkes bu sofralarda iftar yaparmış. Birlikte oruç açılıp, iftar yapıldıktan sonra davete gelenler ayrılırken keseler içinde "diş kirası" denilen hediyeler dağıtılırmış. Gelen misafirin ev sahibine yakınlığına göre bu hediyeler kehribar bir tesbih, gümüş tabakalık; ya da hiç tanınmayan bir yardıma muhtaçsa günün koşullarına uygun para olurmuş. Davete "zahmet edip" gelen kişiye bir nevi ev sahibinin teşekkürü yerine geçen "diş kirası" geleneği özellikle sarayda itina ile uygulanırmış. Fakirleri, yardıma muhtaç olan kişileri yermeden, üzmeden yardım etme amacı taşıyan diş kirası adeti uzun yıllar devam etmiş.

"Ramazan Geldi Hoş Geldi" adlı kitabında Abdülbaki Gölpınarlı, diş kirası ile ilgili hoş bir Bektaşi hikayesi anlatır:
Bektaşi, olacak bu ya, bir hocayla aynı sofrada iftar etmiş. İftardan sonra kahveler içilmiş, sohbet başlamış. Bektaşiye sormuşlar, erenler demiş dem alır mısın?
Bektaşi "Eyvallah" demiş. Afyon? Eyvallah, Kaygusuz? Eyvallah. Kızıldeli? Eyvallah. Bazı bazı gönül eğler misiniz? Eyvallah.
Hocaya da aynı soruları sormuş. Hoca her soruyu mücevvet bir " Estağfurullah" la karşılamış.



SON DAKİKA