'Türkiye'yi kim kaybetti?'
Wall Street Journal, günlük 2 milyon tirajıyla dünyanın en etkin gazetelerinden biri. Kurumsal çizgi olarak, yayın kurulu Turgut Özal'dan bu yana sıkı Türkiye destekçisi. O kadar ki, Avrupa Birliği'nin Türkiye'yi eleştirdiği dönemlerde, hemen Ankara'nın savunuculuğuna soyunup Avrupa'yı Müslüman düşmanlığı yapmakla ve PKK terörüne arka çıkmakla suçlamıştı. Gazetenin geçen yıl ölen efsanevi genel yayın yönetmeni Bob Bartley (ki ABD'deki klasik tarz muhafazakarların en etkin isimlerdendi), New York'ta her karşılaşmamızda Özal'la dostluğu ya da Türkiye'nin Soğuk Savaş'ta Batı Bloğu'na verdiği destekten söz ederdi. Gazetenin siyaseti bu olunca da, kimse geçen yıl çıkan "Kerkük, Kürt şehri değildir" ya da "Türkiye Avrupa'ya bırakılmayacak kadar önemli" cümlesiyle biten "Türkiye Nafta'ta alınsın" manşetli başyazılara şaşırmadı. Peki o zaman dünkü Wall Street Journal'da Türkiye'yi "Avrupa'nın Hasta Adamı" olmakla suçlayan yazıyı nasıl yorumlamalı? Gazetenin başyazarlarından Robert Pollock'ın bir Türkiye gezisinden sonra kaleme aldığı makale, son yıllarda ABD basınında çıkan Ankara ve AKP hükümetine yönelik en ağır eleştirileri içeriyor. Hatta hatırladığım kadarıyla ilk eleştiri. Türkiye'deki Amerikan karşıtlığının bir "çılgınlık" seviyesine geldiğini söyleyen Pollock, sorumlu olarak "eski solculuk ve yeni İslamcılık kombinasyonu," Tayyip Erdoğan, AKP yöneticileri ve medyayı sıralıyor. Ekümenik tartışması, geçen yıl revaçta olan "Sekizinci gezegen tartışmaları," CHP liderinin "CIA beni yıkmak istiyor" iddiaları ve medyada son dönemde artan anti-Semitik ifadeleri alt alta sıralayınca ortaya çıkan tablo, tabii ki Amerikalı okur için anlaşılması imkansız bir düşünce yapısına işaret ediyor. Yazarın "zehirli" diye tanımladığı atmosfer ve "ilişkilerdeki çöküş," yalnız 50 yıllık Türk-Amerikan ittifakını, "Atatürk'ün mirasını" ya da "Osmanlı ihtişamını" tehlikeye atmakla kalmıyor, Türkiye'yi "dar kafalı, paranoyak, marjinal, Amerika'da dostu olmayan ve Avrupa'da istenmeyen sıradan bir ikinci sınıf ülke" olma riskine itiyor. Kah kızarak, kah gülerek, ya da utanarak okuyacağınız bir yazı. Ama bizim derdimiz WSJ'in haklı olup olmadığı değil. Amacımız ABD medyasındaki bu ani dönüşe işaret etmek. Son yıllarda ABD'yi ziyaret eden devlet başkanı ya da dışişleri bakanlarımız, 11 Eylül'de yerle bir olan Dünya Ticaret Merkezi'nin dibindeki Wall Street Journal'a uğramayı ihmal etmezlerdi. Çünkü son 20 yıldır Türkiye aleyhine tek bir cümlenin çıkmadığı WSJ, sıradan bir gazete değil. Beyaz Saray, ekonomi dünyası ve muhafazakar çevrelerde "karar verici." Bu yüzden liderlerimizin dikkat etmesi gereken bir yazı. Serinkanlı olmak lazım. Amerikan kamuoyu Türkiye açısından kaybedilmemesi gereken bir odak. Mevcut "Türkiye yanlısı" atmosferin oluşması kolay olmadı. Bunda yıllardır lobi şirketlerine ödenen faturalar, 50 yıllık dostluğun hatırı, Musevi lobisinin kongredeki çalışmaları ve canını dişine takıp Türkiye'yi anlatmaya çalışan yüzlerce isimsiz diplomatımızın emeği var. Amerikan medyasındaki bu uyarı atışı, biraz da Ankara'nın uluslararası camiayı "iyi okuyamaması" ile ilgili. Son dönemlerde Avrupalı diplomatlarla oturunca, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda "17 Aralık Sonrası Sendromu" diye adlandırabileceğim bir "heyecan eksikliği" seziyorum. Alman ve Fransız basınındaki tartışmalar da çok umut verici değil. Diğer taraftan Batı kamuoyunun Lübnan'daki saldırıdan Suriye'yi sorumlu tutması ve İran'la ilgili ABD'yle ortak hareket kararı alması da, Ankara'nın bu iki ülkeye yönelik "hamilik/yakınlaşma" politikasını yeniden gözden geçirmesi gereğini getiriyor. Biz kendi iç tartışmalarımıza gömülmüşken, çevremizde baş döndürücü yapılanmalar var. Orta Doğu yeniden şekilleniyor, bölgemizde sıcak çatışma ve operasyon ihtimali artıyor, ABD-Avrupa arasındaki mesafe kapanıyor. Bu durumda yerimiz neresi?
|