Mehmet Metiner

09 Mayıs 2013, Perşembe

Kirli bir savaş, şerefli bir barış!

“Ne verdiniz?”, “Ne aldınız?” üzerinden savaş kışkırtıcılığı yapanlara verilecek en anlamlı yanıt şu olmalı bence: Ölüm yerine hayat!

"Kirli bir savaşın kazananı olmaz. Şerefli bir barışın kaybedeni olmaz." Bu söz, Başbakan Erdoğan'a ait… Ne kadar da doğru! "Çözüm süreci"nin bu aşamasında özellikle herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir sözdür bu bence. Türkiye kaç zamandır çok acı yaşadı. Herkes kendi acısı üzerinden bir diğerini suçlayıp durdu. İntikam duyguları bir başkasının ölümüne sebebiyet verdi. Her ölümle birlikte hep beraber eksildik. Savaş hepimizi eksiltti. Hepimizin yürek coğrafyasında derin yarıklar açtı. Savaş herkesi fazlasıyla kirletti. Kiminin eli kanlandı, kiminin yüreği… Savaş sadece ölümlere sebebiyet vermedi. Savaşın ruhlarda oluşturduğu ölümler çok daha yıkıcı oldu.

Bir sürü insan "yaşayan ölü"ye dönüştü süreç içinde. Köylerinden kopartılıp şehirlerin varoşlarına sürülenlerin dramları savaştan daha beter. Henüz bu toplumsal dramın ve çöküşün resmi çizilmedi, envanteri çıkarılmadı. Bedenen yitip gidenlerin yanı sıra ruhen ölüye dönüşen insanlarımızın sayısı da azımsanmayacak oranda. Bu kirli bir savaştı. Dibine kadar kirli… Bu ülkenin yoksul çocukları yaşamlarını yitirirken birileri hep kazandı. Kirli savaştan nemalananlar içten içe sevindiler timsah gözyaşları dökerek. Silah satışından, uyuşturucudan, insan ticaretinden beslenenler semirdikçe semirdiler. Bu kirli savaştan siyaseten nemalananlar ise ölümü kutsayan bir hat inşa etmeye koyuldular. Etnik milliyetçiliklerin ve kirli siyasetlerin idamesi için daha fazla kana ihtiyaç duyanlar, farklı argümanlarla birbirlerini beslemeye devam ettiler. Savaş tanrıları daha çok kan istediler. Savaş rantçıları her iki taraftan ölenler üzerinden edebiyat paraladılar.

Hepsinin kutsadığı tek bir şey vardı: Ölüm! "Kana kan, intikam!" naraları daha fazla ölüm anlamına geliyordu. Başkalarının ölümü üzerinden kendilerini yaşatanların milliyetçilikleri dillerinden düşürmemeleri ise manidardı. "Kirli bir savaşın kazananı olmaz!" lafının ölen taraflar için geçerli olduğunu bilmem söylemeye gerek var mı? Birbirlerini öldürenler sadece beraberce bir kaybın altına imza atmış olmuyorlar, aynı zamanda kendilerini sevenler açısından da büyük bir kayıp yaşatıyorlar. Kaybedenler, ölenlerle beraber onların yakınları elbette… Savaşın kazananları ise kirli ve karanlık odaklar… Statüko sürsün diye savaştan medet uman o kirli ve karanlık odakların ideolojisinin adının milliyetçilik olması esasen milliyetçiliğe de bir büyük haksızlık…

Tabii sözünü ettiğim milliyetçilik ülkeseverlik/vatanseverlik anlamındaki bir milliyetçiliktir, etnik milliyetçilik değil! Kirli bir savaşın kazananı olmaz son tahlilde. Taraflardan biri diğerini belki esareti altına alabilir, ötekinin hatta kökünü dahi kazıyabilir, ama savaşla birlikte oluşan kin ve düşmanlık duyguları gün gelir zahiren galip görüneni yakıp yıkar. Savaşın görünürdeki galiplerini her daim teyakkuzda ve huzursuz yaşamaya mecbur kılar.

"Kana kan intikam!" söylemi gelecek kuşakları da savaşçı kılar, her daim bir savaşın kirli zemininin oluşmasını sağlar. "Kirli bir savaşın kazananı olmaz!" lafı, geleceği barışçıl bir zeminde kurmak isteyenlerin kulaklarına küpe olması gereken tarihi bir uyarı niteliğindedir. Gelecekte ve hep barış içinde yaşamak istiyorsan, yenmeyenilme veya zelil kılma söyleminden hassaten uzak duracaksın. Bugün zelil bir biçimde yendiğini söylediğin kişilerin/toplulukların çocukları gelecekte sana daha bir kinle karşı dururlar.

Zelil bir yenilgi üzerinden kurulan "barış antlaşmaları"nın her zaman yeni bir savaşla karşılaşmasının sebebi de işte budur. Yenmeyi yüceltirsen gün gelir yenilirsin. Yendiğinde ne yapmışsan yenildiğinde de aynısına duçâr olursun. İnsanlığı alçaltan bu yenme ve yenilme mantığının terk edilmesi gerekiyor ki insanlık kazansın ve barış kalıcılaşabilsin. "Şerefli bir barışın kaybedeni olmaz!" lafının anlamını işte burada aramak lazım… Kuşkusuz insanların kimi sorunlarını savaşla çözmesi olgusu, dün olduğu gibi bugün de yarın da hep var olmaya devam edecektir. Önemli olan savaşın hukukunun doğru belirlenmesidir… Savaş sonrası karşımıza çıkan barış antlaşmalarının onursuz bir dayatmaya yaslanmamasıdır. Savaşın da barışın da bir şerefi vardır elbette. Savaşı sadece "yenmek-yenilmek" gibi gören ve "yenilenlerin hukuku"nun galiplerin insafına göre belirlenmesi gerektiğine inanan mağrur ve mütekebbir topluluklar son tahlilde kendi sonlarını da hazırlamış olurlar.

Savaş onurlu bir barışla noktalanmamışsa, galip de mağlup sayılır aslında bu yolda. Geleceği düşündüğünüzde bu böyledir. Türkiye'de herkese kaybettiren kirli savaşın sonuna doğru yaklaşmış bulunuyoruz. Ama bu kirli savaştan beslenenler rahatsızlıklarını dışa vurmaya başladılar. "Ne verdiniz ki silah bırakıyorlar?" diye soruyorlar birileri. Birileri de "Ne aldınız ki silah bırakıyorsunuz?" diye soruyorlar. Kirli savaşın sürmesini kendi çıkarları için gerekli görenler, ölümün yerine hayatın satın alınmasını yeterli görmüyorlar.

Çünkü onlar ölümü kendi hayatları için yüceltenlerdir. Başkalarının ölümü olmazsa onların hayatlarının bir anlamı da olmayacak çünkü. Kendi varlıkları için başkalarının yok olmaları gerekiyor. İnsanlık adına çok yazık! "Kirli bir savaşın kazananı olmaz. Şerefli bir barışın kaybedeni olmaz." "Ne verdiniz?", "Ne aldınız?" üzerinden savaş kışkırtıcılığı yapanlara verilecek en anlamlı yanıt şu olmalı bence: Ölüm yerine hayat! Ölüm yerine hayatın alınmasından daha büyük bir kazanım olabilir mi?

"Çözüm süreci", yenmek-yenilmek üzerinden anlamlandırılabilecek bir sürecin adı değildir zinhar. Şerefli bir barışa hayatiyet kazandırmak için ölüm karşısında hayatın yüceltilmesi gerekiyor. Silah yerine siyasetin, ölüm yerine hayatın yüceltildiği bu sürecin makul çoğunluk tarafından doğru anlaşıldığını görmek ne büyük bir mutluluktur!

SON DAKİKA