Selahattin Yusuf

10 Mayıs 2013, Cuma

Aşk yok ama elektrik çok: neden?

Thales’in kemikleri sızlasın: “Statik elektriği” harekete geçirip “dinamik elektrik” elde etmenin yolu, hiç de öyle kehribarı, öteberiyi yünlü kumaşa sürtmekten geçmiyor artık. Formül değişti.

Vaktiyle Hindistan'da vahşi maymunları ağaçlardan toplayıp ehlileştirmek için bir yöntem uygulanırmış. Ağaçların dallarında oradan oraya sıçrayan kıymetli maymunlara tuzak kurulurmuş. İnsanoğlunun hayvanlara kurduğu tuzakların enva-i çeşidini duymuşluğumuz var. Ama bu bambaşka. Ve hatta bu hikaye -izin verirseniz- günümüz insanlarının bildik hayatlarına da göndermelerle dolu, diyeceğim. Belki de gönderme filan yok, neyse. Olay şöyle: Görevliler, maymunların sık sık uğradığı ağaçlara, sağlam ve yapma hindistancevizi yerleştiriyorlar. Cevizlerin ucuna, maymunların ellerinin gireceği kadar delik açıyor, cevizlerin içlerini ise fındık fıstık dolduruyorlar. Maymun geliyor. Delikten elini sokuyor ve avucunu o fındık fıstıkla dolduruyor. Fakat o da ne! El dolduktan sonra çıkmıyor geri. Maymun, açık soktuğu elini boşaltmayı ise akıl edemiyor. Yumruğunu açmayı düşünemiyor. İçi dolu elini çeke çeke bir hal oluyor; ama bir hal olduğuyla kalıyor. Bir avuç fıstık karşılığında yakayı ele veriyor. Görevli gelip maymunu enseliyor ve "işlemlerini" başlatıyor.

Eski bilgeler beni affetsinler. Bu ibret hikayesini onlar gibi bütün insanlığa dair bir hikmet nişanesi olsun diye nakletmiyorum; biraz bencilce olacak belki, ama Türkiye'deki hayatımızın ne halde olduğuna dair bir hikaye olarak seçiyorum. Onların alışkanlığı, biliyorsunuz, hikayenin burasında (tam burasında!) şöyle devam etmektir hep: "İşte dünya işleri de böyledir..."

Hoş, dünya işleri de böyledir. Ama şu anda Türkiye'deki gündelik yazar-çizerliğin büyük bir yekûnuna baktığımızda, "elleri dolu" maymunları hemen seçebiliyoruz. Elleri dolu maymunlar, çipil çipil gözleriyle çaresizlik içinde çırpınıyorlar. Kaşları -yeni durumun apansız vahametiyle- çatık, elem ve yeis içinde "pozisyonlarına" kilitlenip kalmışlar. Durumun açmazına hemen uyanıp, yine de ellerini açmayanların sıra dışı fantezilerini bir yana bırakalım; ama durumun başından beri hiç farkında olmayanlara acımayı da ihmal etmeyelim. Bilelim ki ipince ve upuzun hesap kitap içinde olanların elleri fıstıkla doldukça, esaretleri de kaçınılmazlaşmaktadır.

Yaklaşık iki bin yıl önce kehribarın kumaş parçasına sürtünmesi sonucunda küçük kıvılcımların çıktığını fark eden Thales, tahmin eder miydi bilmiyorum. Ama onun fark ettiği şeyin, iki bin yıl sonra üremek için karşı cinsini aramakta olan insan canlısının ağzına pelesenk olması, filozofumuzu epeyi şaşırtırdı herhalde. Şu "elektrik"ten bahsediyorum. Mahalleleri beton deliklere tıkıştırıldığı, etrafları demir-çelikle kaplandığı için, artık büyük spotlar içindeki stüdyolara kamyonlarla taşınarak birbirlerine "gösterilen" cinsler, artık "76 milyonun önünde ve şahitliğinde, "karşı tarafa" statik "elektrik" verip, oradan "dinamik" elektrik" almak çabasındalar. Kamuoyu yönlendiricileri, kabaat önderleri (sevgili editörüm, 'kabaat' kelimesinde hata yoktur, hata milletimizin bir kısmındadır), sizinle ilgisi yok bu hikayenin. Varsa da şu kadarıyla var: Ellerinizi açarsanız, hiç değilse biraz gevşetirseniz, özgürlüğünüze kavuşacaksınız.

İzdivaç programlarını seyrediyorsanız, biliyorsunuz. Kasım kasım kasılan, süzüm süzüm süzülen "zarafet" timsali hanımlar, taliplilerine önce evden arabadan yazlıktan emeklilik maaşından sual ediyorlar. Sual, başlangıçta "statik elektrik" konumunda bulunan "bayanı" nasıl etkileyecektir? Thales'in kemikleri sızlasın: "Statik elektriği" harekete geçirip "dinamik elektrik" elde etmenin yolu, hiç de öyle kehribarı, öteberiyi yünlü kumaşa sürtmekten geçmiyor artık. Formül değişti. Herhangi bir "statik elektriği" heyecanlandırıp "dinamik elektrik" inkılâb ettirmenin tek yolu, ege kıyılarındaki bir yazlığı, Avcılar'daki bir apartman dairesini ve Ziraat Bankası'ndaki emekli maaşını, başlangıçta afiyet kaçıracak kadar "statik" olan elektriğin sahibi o "bayanın" kendi içinde tutarlı (ve belki de tam da bu sebeple acınası bir statiklik içinde bulunan) aklına düşürmekten geçiyor artık.

Bugün fikrini uzun ve samimi bir sohbetten sonra değiştiremeyeceğiniz, kafasını insani sorularla karıştıramayacağınız bir köy kahvesi yoktur. Yıllar yılı aşağıladığımız o kahveden bahsediyorum, evet. Onlara kandan, acı ve trajediden bahsettiğinizde, en azından etkilenmiş gözlerle bakarlar size. Kafalarındaki insani gediklerden girecek yerler bulursunuz onların ruhlarına. Ülkenin barışı dara düştüğünde, onların fikirlerini yumuşatabilir, zihinlerinde muhabbete ayrılmış bir köşeyi mutlaka bulursunuz. Ama gündelik kamuoyu inşa edicisinin kafasında şüpheye yer yok artık işte! Tutarlılık, onun zihninde çimentoyla birbirine tutturulmuş malzemeden oluşmaktadır. Elini ne merhaba için, ne de bir soru işareti için açar o. Aşkı, elinin içinde sımsıkı tuttuğu "yaşama garantisinden" ibarettir. Kafasının içini, ancak içerisinin bomboş olduğunu görmenize yetecek kadar bir ışık, acınası bir loşluk aydınlatmaktadır.

SON DAKİKA