Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Siyaset ve kültürel çatışma

Global yönelimlere uyarak yeniden yöneldiğimiz kültür çatışması temelli siyasetin toplumsal huzursuzluklara neden olmasını önlemenin yolu demokratikleşme aracılığıyla farklılıkların güvence altına alınmasıdır

On dokuzuncu asır sonrasında egemen siyasetin bir modernizasyon projesinden (Tanzimatçılık) üretildiği bir geleneğin mirasçısı olan Türkiye, Erken Cumhuriyet döneminde daha radikal bir "çağdaşlaşma" programının toplum mühendisliğine dönüştürülmesini (Kemalizm) temel "siyaset yaklaşımı" olarak benimsemiştir.
Bu egemen siyasetlere verilen cevaplar ise II. Abdülhamid dönemi muhafazakâr modernleşmesi ile 1946 sonrasının kalkınmacı muhafazakârlığı olmuştur. Siyasetin böyle bir eksen etrafında şekillenmesi Tanzimatçılık ve Kemalizmin "kültür" temelli "alla Franca-alla Turca," "asrî-mürteci" ve "çağdaş-gerici" benzeri kutuplar yaratması ve bunlar arasında yaşanan bir savaşı kavramsallaştırmasına yol açmıştır.
Bunun en önemli neticesi siyasetin süregelen bir "kültür savaşı" karakteri kazanması ve kültürel değerler üzerinden yapılmasıdır. Başka bir deyişle Prusya Kulturkampf'ı ve Belle Epoque dönemi Fransası'nın kültür çatışmasını andıran bir mücadele, daimîlik ve toplumun temel tartışma ekseni olma niteliği kazanmıştır.
Türkiye'de "sağ" ve "sol" gibi siyasî konumlanışların fazla anlam taşımamasının aslî nedeni de siyasetin en üst düzeyde bir "kültür çatışması aracı" olarak kavramsallaştırılmasıdır.
Tek Parti döneminde kendisine "sağ" ya da "sol" benzeri bir rol biçmeyen CHP'nin daha sonra "ortanın solu," "sosyal demokrat" benzeri sıfatları benimsemesi bu nitelemelerin pek de anlamlı olmadığını gösterir.
CHP'nin kendisiyle ilişkisi olmayan bu tür sıfatları takınması Soğuk Savaş dünyasının yarattığı ideolojikleşmenin neticesiydi.
Bu, Türkiye'de kültür çatışmasının da ideolojik bir pakete sokulmasına neden olmuştu.
Ancak, sırıtan ideolojik cila kazındığında, CHP örneğinde olduğu gibi, altından kültür mücadelesinin bir kutbu çıkıyordu.

İdeolojilerin sonu
Samuel Huntington, Francis Fukuyama'nın "insanlığın ideolojik evriminin sonuna gelindiği ve Batı liberal demokrasisinin nihaî hükûmet şekli olarak" tedricen tüm dünyada kabul edileceği tezine getirdiği eleştiride, Soğuk Savaş sonrası dünyasında bir "medeniyetler çatışması" yaşanacağını savunmuştu.
Fukuyama'nın "tarihin sonu" ve Huntington'ın "medeniyetler çatışması" tezlerinin ciddî yapısal sorunlarla malûl olduğu ortadadır. Ancak Soğuk Savaş sonrası dünyasında yirminci asrın ideolojik çatışmaları ile "sınıf mücadelesi" gibi, kültürel unsurları arka plana iten kavramsallaştırmaların düşüşe geçtiği tartışılmaz bir gerçektir.
Patrick Buchanan benzeri muhafazakâr Amerikan siyasetçilerin Soğuk Savaş'ın sona ermesinden önce başladığını savundukları bu değerler mücadelesi, günümüzde siyasî tartışmaya egemen olmuştur.
Uzun süredir bu çerçevede, iki kutup etrafında şekillenen toplumumuz siyaseti de kültürel çatışmanın yeniden temel tartışma ekseni haline geldiği bir dünyada ideolojik cilâsını tamamen kazıyarak eski karakterini kazanmıştır.
Bu açıdan bakıldığında, toplumumuzdaki kalkınmacı muhafazakârlık ve devletçi modernleşmecilik kutuplarının günümüzde "pazar, üretim, rekabet şartları, emek, çalışma koşulları, sosyal güvenlik" benzeri konuları ikinci plana atan kültürel çatışma ve yaşam tarzı tartışması üzerinde yoğunlaşmaları tesadüfî değildir.
Global dönüşüm, tarihî köklere dayanan ve gerçekte önemini hiçbir zaman kaybetmemiş bir çatışmayı yeniden siyasetin temel ekseni haline getirmiş, "yaşam tarzı," ideolojilerin önüne geçmiştir.

Çatışma törpülenmelidir
Kültürel çatışma merkezli ve yaşam tarzı vurgulu siyasetin yakın dönemde değişmesini beklemek gerçekçi değildir.
Dolayısıyla böylesi bir beklenti içine girmek yerine bu siyasetin çatışmacı karakterinin törpülenmesi yolunda adımlar atılmalıdır.
Bu alanda atılacak ilk adım şüphesiz, demokrasilerde kültürel farklılıkların ve değişik yaşam tarzlarının doğal olduğunun toplumun genelince kabul edilmesini sağlamaktır. Uzun süre toplum mühendisliği uygulamasına maruz kalmış, siyasetin belirli niteliklere sahip "nesil" yetiştirmeyi en önemli vazifelerden birisi olarak gördüğü, "gençlik" kavramsallaştırmasının tek tip bireylerden oluşan bir kitleye vurgu yaptığı bir toplumda bunun ne denli zor olacağı ortadadır.
Abdülhak Şinasi Hisar, İstanbul hayatını anlatan eserlerinden birisinde asır sonunda evlerde nasıl bir kültürel bölünme yaşandığını nakleder.
Örnek verdiği bir konaktaki gençler "Servet-i Fünûn," "Hanımlara Mahsus Gazete" benzeri yayınlarla haşır neşir olurken, yaşlılar "odalarında kimsenin okuyamadığı sarı kâğıtlı eski [dinî] kitaplara" bakmaktadırlar.
Bu tespit, düalizmi daha sonra İttihadçı ve Kemalistlerin şiddetli eleştirilerine maruz kalacak olan Tanzimatçılık ve ona verilen cevap olan Devr-i Hamidî muhafazakârlığının, kültür temelli siyasetlerine karşılık farklı dünya görüşlerine sahip bireyleri çatıştırmadan birarada yaşattıklarını ortaya koyar.
Buna karşılık İttihadçılığın başlattığı, Erken Cumhuriyet liderlerinin zirveye ulaştırdığı toplum mühendisliği projelerinin "Cumhuriyet kadını" benzeri ideal tipler üzerinden "tektipleştirmeyi" gerçekleştirmeye çalışan, uyum sağlayamayanları "Ötekileştiren" niteliği, kültür temelli siyaset yapımının çatışmacı karakterini güçlendirmiştir.

Tek Türkiye yok

Yeniden ve artan bir ivme ile yöneldiğimiz kültür çatışması siyasetinin kapsamlı toplumsal huzursuzluklara neden olmasını önlemenin yolu demokratikleşme aracılığıyla farklılıkların güvence altına alınmasıdır. Bu, kültür(ler) arası mücadele ve siyasetin bu temelde üretilmesini önleyemez; ancak onun toplumsal çatışmaya dönüşmesine engel olur.
Mesele tüm bireyleri ahlâk anlayışımız ve dünya görüşümüz çerçevesinde tektipleştirerek, "ideal" bireylerden oluşan, bu kıstaslara uymayanların ötekileştirileceği bir toplum ve "gençlik" yaratmak değil, Gezi Parkı'nda gitar çalan küpeli Ahmet ile Üç Aylar'da kıldığı nafile namazı sayısını artıran Mehmet, başörtüsüyle üniversitesine devam eden Ayşe ile muhafazakârlığı kadınlığa müdahale olarak gören Fatma'nın birarada yaşamasını sağlamaktır.
Gerçekte bunlar kaçınılmaz bir kavgayı da sürdürmemektedirler.
Bunun fitilini ateşleyen kültürel çatışma siyasetleridir. Hisar'ın farklı yayınların okunduğu konak örneğinden yola çıkacak olursak, orada bir odanın değil bütün evin aileyi temsil etmesi gibi, günümüz Türkiyesi'nde de yukarıdaki örneklerin biri değil tümü toplumun büyük resmini ortaya koymaktadır.
Global yönelimlerle de desteklenen siyasetin yapılma şekli toplumumuzda kültürel çatışma fitilini tutuşturmaktadır.
Onun patlamaya yol açmaması ise ancak demokratikleşme ve farklılıkların güvence altına alınması ile mümkün olabilecektir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA