Bir keman için ağladığında yaşı yediydi. Konservatuarın daha ilk yılında orkestra şefi olmaya karar verdi. "Yapamazsın" korosuna kulaklarını kapayıp Almanya'da ilk konserini verdiğinde yaşı 19'du... Öykü Yanık bugün 24 yaşında... Dünyanın en saygın müzik kuruluşlarından Milano Konservatuarı'nda duayenlere "Anne, Türkler geliyor" dedirtiyor
Kendisi uzun süredir takip ettiğim bir müzisyen Öykü Yanık… Türkiye'den sonra klasik müzik kariyerini İtalya'da sürdürüyor. Genç yaşta harika bir kariyer inşa ediyor. Hem de klasik müziğin kalbi Milano'da… Türkiye'ye gelmesini beklemek istemedim ve sorularımı yolladım. Bu sayfaya sığmayacak harika yanıtlar verdi. Röportajda hem müziğe müthiş bir tutku, sevda, aşk hem de memleket hasreti var. Söz, tez vakitte AKM'de izlemeyi istediğim harika Türk gencinde…
-Çocukluğunuzda müzik adına ilk hatırladığınız, notaların hayatınıza girdiği-dokunduğu anı hatırlar mısınız veya bilir misiniz?
- Evde babamın topladığı CD'lerde iki Tchaikovsky bir de Johann Strauss II albümünü belki iki milyon kere dinlemişimdir, 3-4 yaşlarındaydım herhalde, evde kendi kendime koreografiler ve kostümler yapardım kumaşlardan, sonrasında da bale yapmaya başladım ve uzun süre devam ettim. Balenin yanında ağlaya ağlaya ailemden keman istediğim bir zamanı hatırlıyorum, velhasıl o yıl doğum günü hediyemdi, 6-7 yaşlarında başlamış oldum, sonrası malum, yolum operaymış meğer. Klasik müzik dışındaki müzik anılarım ise hala benim için çok önemli olan Mor ve Ötesi ve Athena'nın herhalde doğduğumdan beri hayranıyım. Beni tanıyan yakınlarım iyi bilir, farklı tarzlarda müzikler dinlemeyi de çok severim.
- Anne babanızın eğitimi ve meslekleri nedir?
- Annem emekli bankacı, babam elektrik sektöründe. Çekirdek veya geniş ailemde benden başka müzisyen yok. Annem ve babam müziği çok sever, ikisi de klasik müzik dinleyicisidir. Çocukluğumun tamamı tiyatro ve konserlere giderek geçti, özellikle İstanbul Devlet Tiyatroları'nda o dönem izlemediğimiz oyun yoktur. Hala oyun okumayı çok severim. Ailem (biraz da benim yatkınlığımdan kaynaklı…) okumak ve dinlemekle ilgili her şeye beni küçük yaşlardan hazırladılar, hiçbir entelektüel ihtiyacıma hayır demediler.
"ŞEF OLMAK İÇİN ÇELİKTEN SİNİRLER GEREKİYOR"
- Orkestra şefliği, birçok kişi için erişilmesi zor bir alan olarak görülüyor. Sizce bu alanda başarılı olmanın en önemli unsurları nelerdir?
- Çelikten sinirlere sahip olmak, iyi bir felsefe, edebiyat ve psikoloji birikimi, en az 3-4 dili akıcı şekilde bilmek, vücudunuzu çok iyi tanımak ve bedeninize hakim olmanızı sağlayacak alışkanlıklara sahip olmak. Dans benim bu konuda çok işime yarıyor. Artık bazı orkestralar inanılmaz seviyelerde çalışıyor, tepki süreleri çok hızlı, biraz fazla nefes aldığınızda ya da ellerinizden biri iki-üç santim yer değiştirdiğinde müzik de değişir. Bütün eklemleri kontrol altına almak ciddi bir çalışma işi. Erişilmesi zor bir alan olduğu konusunda hemfikirim, özellikle eğitimin kapsayıcı olmadığı durumlarda bunun seçilecek bir meslek olabileceğini algılamak bile uzun sürüyor. İyi bir müzisyen olmak, bir müzik aletini iyi çalmak gibi şeyler orkestra şefi olmak için yeterli değil, ciddi bir teorik bilgi, hayat bilgisi ihtiyacı var.
BEETHOVEN BANA ÇERÇEVEYİ VERDİ, AMA TABLOYU BEN BOYUYORUM
- Orkestra şefliği yaparken en yoğun hissettiğiniz duygu nedir? Heyecan, sorumluluk, özgürlük?
- Aslında hepsi, ve bunlara ek olarak büyük bir güç. Öncelikle heyecanlı, her seferinde ilk sefer gibi. Çünkü canlı müzik affetmiyor. Kayıt düğmesi yok, geri alma şansı yok. O an geldi mi, gitti. Bunun sorumluluğu çok ağır. Kimseyi suçlayamam, viyolalar yavaştı diyemem çünkü onlara tempoyu ben verdim. Seyirci anlamadı diyemem çünkü anlatmak benim işim. Tüm o insanlar seninle ama sonuçta sen tek başınasın. Podyumdayken notalar beni tutsak ediyor aslında bestecinin yazdığı her ölçü, her nüans işareti. Orkestra da öyle, onların sınırları var, enstrümanlarının fiziksel gerçekleri. Ama işte tam bu zincirlerin içinde, ufak bir kapı açılıyor bu sınırların ne renkle çizileceğine ben karar veriyorum.
Özgürlük bu, sonsuz seçenekler içinde kaybolmak değil, belli kurallar içinde sonsuz renk bulmak. Beethoven bana çerçeveyi verdi, ama tabloyu ben boyuyorum. Bütün o kalıplar içinde özgürce dans ediyorum. Ve en güzeli her konserin farklı olması. Sahnede her müzisyenin içinde o anki o mükemmeli çağırıyorum. Ve biliyorum ki o müzisyenler, evde tek başlarına pratik yaparken ulaşacaklarını düşünmedikleri bir yere benimle birlikte çıkıyorlar. Biz birbirimizi daha büyük yapıyoruz. İşte güç bu, birilerine "sen bundan daha fazlasısın" diyebilmek ve haklı çıkmak.
- Bir orkestra şefi, müzikal yorumlarını icracılara en iyi şekilde nasıl aktarabilir? Sözcükler mi, beden dili mi yoksa başka bir şey mi?
- Provalarda bazı görsel imgelerden yararlanmak iyi bir yol, aslında bu şeften şefe göre değişir. Bir şefin beden dili, diğerinin hitabeti daha iyi olabilir, ikisinin de işe yaradığına şahit oldum. Ben fazla konuşmaktan pek keyif almıyorum, konuşmadan anlatılacak çok şey olduğuna inanıyorum. Hoş bu da yine değişken olabilir, her orkestra ve her eser başka durumlara gebe. Bütün anlatım şekillerini kişiliğimize göre harmanlamak gerekir gibi bir cevaba yönelmek iyi olacak.
BEN YAPINCA AGRESİF, EREK ŞEF YAPINCA KARARLI!
- Kadın şef olarak zorlandığınız konulardan bahsedebilir misiniz?
- Öncelikle hepimizi kadın-erkek yerine insan başlığı altında değerlendirdiğimizde sorunlarımızın çözüleceğine inanıyorum. Genel problemler arasında bir çeşit otorite sorunu en başta geliyor. Birçok kişi içlerinden "bu genç kadın bana ne öğretecek?" diye düşünüyor. Fiziksel varlık meselesi var. Orkestra şefliği sadece müzikal yetenek değil, aynı zamanda sahne hakimiyeti, fiziksel enerji, komuta edebilme gücü gerektiriyor. Toplum kadınları "nazik, yumuşak, uyumlu" olmaya şartlandırıyor ama sahnede bunlar yeterli değil. Sert olduğumda "agresif" diyorlar, erkek şef olsa "kararlı" derler. Oysa ki kadın olmanın fiziki anlamda erkek olmaktan bir farkı bu meslek için yok. Görünüş üzerine yorum hep var. Saçımı nasıl topladığım, ne giydiğim, bunlar hiçbir zaman sadece estetik tercihler olmuyor, hep "profesyonellik" tartışmasına dönüşüyor. Ama sonuçta müzik konuşuyor. İyi şeflik yaptığınızda, önyargılar yavaş yavaş eriyor. Bu yorumlar artık beni ilgilendirmiyor ya da yıldırmıyor. Müzikte cinsiyet tartışmayı çok yanlış buluyorum. 21. Yüzyılda artık bunları tartışmıyor olmalıyız. Kadın olmanın yanısıra "genç olmak" konusunda bazen sorun yaşadığım oluyor. Yine de görüyoruz ki dünyada artık daha genç orkestra şefleri tercih ediliyor, orkestraların ihtiyaçları değişiyor.
- Müzik kariyerinizin hangi aşamasında şef olmaya karar verdiniz?
- Kişiliğimin ve aslında tüm hayat çizgimin bu mesleğe uygun olduğunu anladığımda konservatuvarın ilk yılındaydım, başlangıçta kendi dünyamı kendim yarattım, bir rol modelim yoktu. Bolca "yapamazsın" ve "yeterli değilsin" gibi yorumlardan sonra kesin kararımı verdim ve hayatımı buna adamaya karar verdim. 19 yaşında ilk konserimi Almanya'da verdim. Bu yıl dünyanın her yerinde projeler ve konserlerim var.
TÜRK OLMAKTAN GURUR DUYUYORUM
- Kariyerinizin iki aşaması var. Biri doğup büyüdüğünüz ülkeniz ve ikincisi eğitiminiz için gittiğiniz İtalya… Oraya gittikten sonra Türkiye'den size olan ilgi arttı mı?
- Burası benim evim. Nereye gidersem gideyim Türk olmaktan, İstanbul'da, dünyanın en güzel şehrinde yetişmiş olmaktan, doğu ve batı arasındaki köprünün bizzat kendisi olma misyonundan gurur duyuyorum. Bazen bazı eserlerdeki derinliği yetiştiğim kültür ve duygu durumu sayesinde çok daha iyi kavradığımı düşünüyorum. İtalya'ya geldikten sonra aktif olarak çalışmak için elime çok fırsat geçti, çok büyük şeflerle çalışmak, kazandığım yarışma sayesinde dünyanın en büyük basım evlerinden olan tarihi Ricordi ile yaptığımız opera projesi ve bu sezonun devamında paylaşacağım mini bir turne, İtalya'nın en iyi senfoni orkestralarıyla çalışmak… Bu meslek başlangıçta böyle bir meslek, kimse kapıyı açmazsa, size fırsat vermezse içeri giremezsiniz. Çevremdeki insanlar bana güveniyor ve destekliyor, bu beni çok mutlu ediyor. Her gün daha iyiye gitmek için çalışıyorum. Ülkemde daha çok çalışabilmeyi çok isterim. Repertuvarın zor ve büyük eserlerini çalışacağımız büyük projeleri gerçekleştirmek istiyorum. 1-2 sezondur aktif konserler veriyorum Türkiye'de, hepsi İtalya'ya gittikten sonra oldu, kendimi bu şekilde gerçekleştirmiş oldum. Olduğum konumdan memnunum, ancak önümüzdeki sezonlar için büyük beklentilerim ve hedeflerim var, özellikle doğup büyüdüğüm yer, İstanbul'da sahne almayı, yurtdışında yönettiğim büyük eserleri ülkemde de yönetmeyi iple çekiyorum.
YEMEK YAPMAYA DA YEMEYE BAYILIRIM
- Mutfakla aranız nasıl? İtalyan yemeklerinden favoriniz hangisi?
- Yemek yapmaya da yemeye de bayılırım, bazen tüm programımı buna göre planlıyorum. Elim lezzetlidir, yeni tarifler denemekten ve eskilerini mükemmel hale getirmekten büyük keyif alıyorum, önemli bir hobim. İtalya'nın kuzeyinde yaşadığımdan kuzey yemeklerine alıştım ve daha çok seviyorum. En sevdiğim yemekler arasında Safranlı Risotto, Vitello Tonnato (İnce dilimlenmiş, haşlanmış dana eti üzerine, ton balığından yapılma kremsi bir sos dökülerek yapılır.) ve Carpione, teknik olarak "İtalyan Turşusu" var.fi, ışıklar… Aslında bizzat orkestra şefliği…
- İtalya'da yaşamaya başladıktan sonra sizi şaşırtan bir şey oldu mu?
- Öğlenleri dükkanların kapanması, herkesin aynı saatte yemek yemesi, bürokratik işlerin gerçekten çok zor olmasına hala şaşırıyorum. Milano özelinde iyi giyinmenin bir yaşam felsefesi olması, herkesin her an çok iyi giyinmesi, son olarak hava durumunun gerçekten çok kötü olması. Kuzeyde yılın neredeyse 5 ayı tamamen sis var, her gün yağmurlu ve hava kapalı. Kış aylarında D vitamini takviyesi almak şart…
- Bir röportajınızda "Hayallerimin okulu" dediğiniz Milano Giuseppe Verdi Konservatuvarı'na kabul edildiğinizi öğrendiğiniz an nerede idiniz, ilk tepkiniz ne oldu, ilk kimi aradınız?
- Gelmiş geçmiş neredeyse tüm büyük İtalyan şeflerin yolu Milano'dan geçmiştir. Okulumla gurur duyuyorum, her gün Toscanini'nin takım elbisesine bakabildiğiniz, Puccini'nin dolaştığı yerlerde dolaşabildiğiniz, Abbado'nun öğrencisi olduğunu bildiğiniz bir geleneğe dahil olmak büyük bir mutluluk. Ailemi ve arkadaşlarımı aramıştım, kabul edildiğimi öğrendiğimde buradaydım çünkü yetenek sınavına girmiştim.
YÜRÜRKEN İLHAM ARARIM
- Klasik müziğin ana vatanı İtalya diyebilirsek, orada yaşamak nasıl bir duygu? Ufkunuza nasıl bir derinlik kazandırdı?
- Bu yıl La Boheme operasını çalışıyordum, fark ettim ki operanın prömiyerini yaptığı opera evi bana yürüyerek 10 dakika uzaklıkta. Kalkıp gittim, orada çalışmaya devam ettim. Böyle denk gelişler çok oluyor. Benim için "yürümek" felsefesi çok önemli. Özellikle çok çalıştığım zaman sıklıkla çok uzun yürüyüşlere çıkar, ilham ararım, etrafı seyrederim. İtalya'da özellikle opera için çalıştığım eserler adına çok ilham buluyorum. Yalnız ülke olarak değil, yetiştirdiği sanatçılar açısından İtalya benim için çok önemli, örnek aldığım büyük ustaları (birkaç kuşak sonra da olsa…) yakından gözlemlemiş oluyorum.
- İtalya'ya giderken İtalyanca biliyor muydunuz? Kolay bir dil mi?
- Okulum İtalyanca eğitim verdiğinden zaten bilmek zorundaydım. İtalyanca aslında hiç kolay bir dil değil, hele ki Türkçe gibi hiç benzerliği olmayan bir dilden öğrenmek çok zor, ben İngilizce ve Almancadan çok yardım aldım öğrenirken. Ama öğrendikten sonra çok keyifli, özellikle operalardaki kelime oyunlarını yakalamak çok eğlenceli.
ANNE, TÜRKLER GELİYOR
- Yüz yıl sonra müzik dünyasında nasıl hatırlanmak isterdiniz?
- İtalyanca'da bir deyim vardır, "Mamma, arrivano i turchi!" yani "Anne, Türkler geliyor!". Osmanlı İmparatorluğu'nun Akdeniz'deki varlığından ve özellikle Osmanlı korsanlarının İtalyan kıyılarına yaptığı akınlardan kalma bir korku ifadesi. Zamanla deyimleşmiş, bugün genellikle "Büyük bir tehlike geliyor!" anlamında kullanılıyor. Geçen günlerde çok büyük bir orkestrayla, büyük bir repertuvar olan Turandot operasını çalışırken biraz heyecanlı bir kesitin ardından provayı izleyen çok değer verdiğim bir büyüğümden bu ifadeyi kahkahayla duydum. Güzel bir performans olduğu için hepimiz çok keyifliydik. Bu keyifle, ve altında yatan hafif "tehlike" ile hatırlanmak isterim.
PARTİSYONU UNUTMAM SORUN OLMAZ, ÇÜNKÜ…
- Konsere geldiniz, partisyonunuz yok. Ne hissedersiniz, çözümünüz ne olur?
- Partisyonu ezberlemeden sahneye çıkmam, birçok eserde partisyonun olmaması aslında daha iyidir. Normalde de elimden geldiğince bakmamaya çalışırım, bu şekilde müzisyenlerle daha iyi iletişim kurduğumu düşünüyorum. Eser çok karmaşıksa, operaysa çok zorlar ama tabii… Partisyonumu unutmam!
- Türkiye'de son dönemde klasik müzik eğitimine çocuk ve gençlerin büyük ilgisi var. Onlara neler tavsiye edersiniz?
- Müziğin yanında diğer disiplinlerin de (felsefe, edebiyat, bilim, genel kültür…) eşit değerde olmasına kendi adıma çok önem veriyorum, bu bana hep pozitif olarak dönüş sağladı. Dil bilmek çok önemli, özellikle opera çalışılacaksa İtalyanca, Almanca bilmek, tiyatrodan az çok anlamak lazım.
YETENEK, PARA, YA DA SEVGİ YETMEYEBİLİR
- Bir çift söz de fark etmeden çocuklarına, kendi hayallerini dayatan anne babalara alabilir miyim?
- Bir çocuğun müziğe ya da genel anlamda sanatsal alanlara profesyonel olma fikriyle ilk dokunuşu genellikle ailelerin de pozitif olarak yöneltmesiyle gerçekleşecektir. Bu tarz meslekler gerçekten çok istemeden yapılabilecek meslekler değil bence. Elbette küçük yaşlarda uzun süre çalışarak belirli alışkanlıklar kazanılıyor, ama özgün ürünler vermek için kafa yorulması gereken çok fazla detay var. Bu detaylar yaş geçtikçe, bireysel olarak şekilleniyor. Yalnızca yetenek, para, sevgi değil devamlılık da çok önemli. Hayatımızın içine girip çıkan insanlar hep değişiyor, buna aile üyelerimiz de dahil. Bir gün çocuklarının hayatında olmayacak ailelerin hayal satın aldığı bir sistemin devamlılığına inanmıyorum.
CÜMLEYİ ÖYKÜ YANIK TAMAMLIYOR
- En sevdiğim İtalyan yemeği… Safranlı Risotto, Vitello Tonnato ve Carpione…
- İtalya'da beni en çok şaşırtan… öğlenleri dükkanların kapanması, herkesin aynı saatte yemek yemesi, bürokratik işlerin gerçekten çok zor olması…
- İtalyanca kolay bir dil... değil ama öğrendikten sonra çok keyifli, özellikle operalardaki kelime oyunlarını yakalamak çok eğlenceli.
-Müziği hiç ses olmadan anlatmak zorunda kalsam… renkler ve koreografi, ışıklar… Aslında bizzat orkestra şefliği…