Türk sinemasının efsane isimlerinden İzzet Günay, sadece beyaz perdedeki unutulmaz performanslarıyla değil, aynı zamanda antika merakı ve pul koleksiyonculuğuyla da dikkat çekiyor. Ancak onu asıl özel kılan detaylardan biri, 90 yaşında bile gençlere taş çıkaran görünümüyle hayranlık uyandırması. İşte İzzet Günay'ın pek bilinmeyen yönleriyle dopdolu yaşam öyküsü… Özellikle son halini görünce gözlerinize inanamayacaksınız!
İzzet Günay, 21 Ağustos 1934'te İstanbul'un Sarıyer ilçesinde dünyaya geldi. Babası, dönemin önemli deniz ulaşım kurumlarından Şirket-i Hayriye'de iskele memuru olarak çalışıyordu. İlkokul eğitimini Deniz Koleji'nde tamamlayan Günay, lise öğrenimini Haydarpaşa Lisesi'nde sürdürdü ve burada sonradan Huysuz Virjin olarak tanınacak Seyfi Dursunoğlu ile dostluk kurdu. Lise yıllarında tiyatroya ilgi duymaya başlayan Günay, bu tutkusunu Yeşilay Gençlik Kolu'nda sahne alarak pekiştirdi.
İstanbul Belediyesi İmar Müdürlüğü'nde teknik ressam olarak çalışan İzzet Günay, bir dönem dans hocalığı da yaptı. Askerlik hizmetinin ardından bir süre linyit ticaretiyle uğraştı. 1957 yılında bir gazete ilanı aracılığıyla Dormen Tiyatrosu'na başvurdu ve böylece profesyonel oyunculuk kariyerine adım attı. Sahneye ilk kez "Kara Ağaçlar Altında" adlı oyunda küçük bir rolle çıkan Günay, 1957 ile 1963 yılları arasında birçok tiyatro oyununda başarılı performanslar sergiledi.
Sinema kariyerine 1958 yılında "Kırık Plak" adlı filmle başlayan İzzet Günay, 1964'te başrolünü üstlendiği "Varan Bir" filmi ile büyük çıkış yaptı.
Aynı yıl, 1. Altın Portakal Film Festivali'nde "Ağaçlar Ayakta Ölür" filmiyle "En İyi Erkek Oyuncu" ödülünü kazandı. 1970'li yıllarda sinemada önemli projelere imza atan Günay, sonraki yıllarda az sayıda yapımda yer aldı. Ayrıca Türkan Şoray ile başrollerini paylaştığı "Vesikalı Yarim" filmi, tüm Türkiye'nin hafızalarına kazınan "Halil" karakteriyle özdeşleşmesini sağladı.
Birçok ödüle layık görülen Günay, 2002 yılında 39. Altın Portakal Film Festivali'nde "Yaşam Boyu Onur Ödülü", 2013'te ise 20. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali'nde "Yaşam Boyu Onur Ödülü" aldı.
İŞTE İZZET GÜNAY'IN SON HALİ!
Günümüzde ise İzzet Günay'ın 90 yaşına gelmesine rağmen adeta kendisine hayran bırakan son hali ise gündem oldu. İşte o son hali…
Yeşilçam'ın unutulmaz yıldızı, güzelliğiyle bir döneme damga vuran Bahar Öztan'ın arkasında bıraktığı hayat hikâyesi, sandığınızdan çok daha hüzünlü... Parıltılı ekranların ardında; hastalıklarla, ayrılıklarla ve sessiz mücadelelerle dolu bir yaşam... 61 yaşında hayata veda eden Bahar Öztan'ın gözlerden uzak son yılları, herkesin yüreğine dokunacak türden.
11 Ağustos 1962'de Hatay İskenderun'da doğan Bahar Öztan'ın asıl adı Ülkü Cerrahoğlu'ydu. İstanbul'da büyüyen Öztan, genç yaşta güzelliğiyle dikkat çekerek 1976'da bir fotoroman yarışmasında finalist oldu.
Ardından modelliğe ve oyunculuğa adım atan sanatçı, Elidor reklamıyla ilk kez ekranlarda boy gösterdi. Gamzeli Güzeli lakabıyla tanınan Öztan, yaklaşık 30 reklam filminde rol aldı. 1977 yılında "Çırılçıplak" filmiyle sinemaya adım atan Bahar Öztan, 1980'li yıllarda "Doktor Civanım", "Kanlı Nigar" ve "Orta Direk Şaban" gibi Yeşilçam'ın klasikleşmiş filmlerinde rol aldı.
Kemal Sunal ile başrolleri paylaştı. 1987'de şarkıcılığa da başlayan Öztan, yurt içi ve yurt dışında sahne aldı. 1991'de mimar Yavuz Çolak ile evlenen oyuncu, aynı yıl Bodrum'da bir butik otel açtı. 1996'da oğlu Yiğit'i dünyaya getirdi.
2001-2007 yılları arasında Amerika'da yaşadı. Türkiye'ye döndükten sonra birkaç dizi ve reklam projesinde yer aldı. Sanat hayatı boyunca 60'a yakın film ve dizide rol alan Bahar Öztan, Yeşilçam'ın en özel kadın oyuncularından biri olarak hafızalarda yer etti.
Bahar Öztan, sekiz yıl boyunca kolon kanseriyle mücadele etti; hastalık tekrar nüksettiğinde yeniden tedavi sürecine girdi. Fiziksel olarak yorgun, ruhen ise çökmüş hissettiğini belirtti ancak moralini yüksek tutmaya çalıştı çünkü bu hastalığın en büyük düşmanının stres ve üzüntü olduğunu vurguladı.
Bu zorlu yıllarda en büyük desteği, hem arkadaşı hem de doktoru gibi gördüğü 27 yaşındaki oğlu oldu. Üzüntüleri içine atmanın hastalığı tetiklediğini, hayatın üzülmek için çok kısa olduğunu ifade etti.
Oyunculuğa dönmeyi çok istese de hastalığın belirsizliği nedeniyle projelere katılamadı; özellikle bir polisiye yapımda yer almayı hayal etti.
Uzun süredir kolon kanseri tedavisi gören usta oyuncu, Muğla Bodrum'daki özel bir hastanede yaşamını yitirdi.
Daha önce üç kez kanseri yenen Öztan, bu kez hastalığa yenik düştü. 22 Mart'ta Şakirin Camii'nde düzenlenen cenaze töreninin ardından Karacaahmet Mezarlığı'nda toprağa verildi.
ÖLÜMÜYLE HERKESİ YASA BOĞAN BİR DİĞER İSİM: CÜNEYT ARKIN!
Gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatır, 7 Eylül 1937'de Eskişehir'in Karaçay köyünde dünyaya geldi. Maddi imkânsızlıkların gölgesinde geçen bir çocukluk, onu yılmaz bir savaşçıya dönüştürdü. Zorluklarla yoğrulan bu hayat, onu daha sonra beyazperdenin en unutulmaz kahramanlarına taşıyacaktı.
Eskişehir Atatürk Lisesi'nden mezun olduktan sonra, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitiren Arkın, hekimlik mesleğine adım attı. Ancak kalbinin bir köşesinde sinema tutkusunu hep taşıdı.
Medrano Sirki'nde aldığı akrobasi eğitimi sayesinde, dönemin sinema anlayışına yepyeni bir soluk getirdi. Battal Gazi, Kara Murat ve Malkoçoğlu gibi figürlerle sadece sinemanın değil, milletin de hafızasına kazındı.
SANAT AİLESİ: KUŞAKTAN KUŞAĞA IŞIK
Cüneyt Arkın ilk evliliğini doktor Güler Mocan ile yaptı ve bu evlilikten bir kızı dünyaya geldi. 1968 yılında ikinci kez nikah masasına oturduğu eşi Betül Işıl ile ise Murat ve Kaan adında iki oğlu oldu.
Bu çocuklardan Murat Arkın, yıllar sonra babasının izinden giderek oyunculuk kariyerine başladı. Cüneyt Arkın'ın çocuklarına verdiği önem, onun sadece ekrandaki değil, gerçek hayattaki kahramanlık tanımını da yansıtıyordu.
"KAHRAMANLIK EVİNE EKMEK GÖTÜRMEKTİR"
Arkın, kendisini halkın bağrından çıkmış bir sanatçı olarak görür ve şöyle derdi: "Beni ben yapan Türk halkıdır. Onlar bana kahraman dediler ama gerçek kahraman; çocuklarını büyütmek, ailesine sahip çıkmaktır." Ona göre kahramanlık, setlerde değil, hayatta verilen emekle kazanılırdı.