Yeşilçam'ın unutulmaz yüzlerinden biriydi Sami Hazinses! Zeki Müren'e şarkı yazdı, Müslüm Gürses'e ilham oldu, hep 'yardımcı oyuncu' olarak rol aldı. Türk sinemasının gizli kahramanı olan oyuncunun çarpıcı hayat hikayesi herkesi hüzne boğuyor.
Türk sinemasının arka planında sessizce bir yıldız gibi parlayan Sami Hazinses, gerçek adıyla Samuel Agop Uluçyan, 330'dan fazla filmde rol alarak Yeşilçam'ın en üretken ve sevilen yardımcı oyuncularından biri oldu.
30 Ağustos 1925'te Diyarbakır'ın tarihi Hançepek Mahallesi'nde dünyaya gelen Hazinses, Türk sinemasının unutulmaz isimlerinden birine dönüştü. Henüz ilkokul yıllarından sonra İstanbul'a çalışmak için gelen Hazinses'in hayatı, perde arkasında büyük bir başarı öyküsüne dönüştü.
1953 yılında Mahir Canova'nın yönettiği Kara Davut filmiyle sinemaya adım atan sanatçı, başta Atıf Kaptan ve Muhterem Nur gibi yıldızlarla aynı kareyi paylaşarak sinemaya hızlı bir giriş yaptı.
Kimi zaman saf ama sevimli, kimi zaman hüzünlü ama güldüren karakterleriyle izleyicilerin gönlünde taht kurdu. Onun oyunculuğu, perdeye yansıyan sadece bir performans değil; halktan, içten ve gerçek bir ruhtu.
Sadece oyunculuğuyla değil, müziğe olan ilgisiyle de sanat dünyasına katkı sundu. "Bir Dilbere Müpteladır Deli Gönlüm" adlı şarkısını Zeki Müren seslendirirken, "Derdimi Kimlere Desem (Dinleyin Beni Dağlar)" adlı eseri ise Müslüm Gürses ve İbrahim Tatlıses gibi dev isimlerin sesiyle ölümsüzleşti.
Hayatının son yıllarını Göztepe'deki Semiha Şakir Huzurevi'nde geçiren Hazinses, şeker ve tansiyon gibi sağlık sorunlarıyla mücadele etti.
23 Ağustos 2002'de, doğum gününden sadece bir hafta önce, İstanbul'da 76 yaşında hayata veda etti.
Sami Hazinses, adı jeneriklerde küçük harflerle yazılsa da Türk sinemasının kalbinde büyük harflerle yer aldı. Ve bugün hâlâ onun sesini bir şarkıda, yüzünü bir Yeşilçam sahnesinde görmek, sinemamızın ne kadar güçlü temellere dayandığını hatırlatıyor.
68 YAŞINDA YILLARA MEYDAN OKUYAN İSİM: ITIR ESEN!
Yeşilçam'ın unutulmaz yüzlerinden, Türk sinemasının "masum sarışını" olarak hafızalara kazınan Itır Esen, 68 yaşında olmasına rağmen zarafetiyle adeta yıllara meydan okuyor. Özellikle 1970'li yıllarda çekilen aile filmlerinin vazgeçilmez isimlerinden biri haline gelen Esen, sadece güzelliğiyle değil, doğal oyunculuğuyla da izleyicilerin gönlünde taht kurdu. 17 Aralık 1956'da İstanbul'da dünyaya gelen Itır Esen, seslendirme sanatçısı Hayri Esen'in kızıdır.
Ancak asıl büyük çıkışını, aynı yıl Ertem Eğilmez imzalı "Bizim Aile", ardından "Gülen Gözler", "Aile Şerefi", "Cennetin Çocukları" gibi klasikleşmiş filmlerde aldı.
Bu filmlerde Adile Naşit, Münir Özkul, Halit Akçatepe ve Şener Şen gibi usta isimlerle aynı kadroda yer alarak sinemaseverlerin belleğinde silinmeyecek izler bıraktı.
Özellikle Adile Naşit ile oynadığı anne-kız sahneleri, izleyicilerin yüreğine dokunan anlar arasında yer aldı.
Kariyerine uzun bir ara verdikten sonra 2001 yılında TRT 1'de yayımlanan "Yeditepe İstanbul" dizisiyle ekrana dönen sanatçı, sonraki yıllarda "Aliye", "Çemberimde Gül Oya", "Kurt Kanunu", "Fatih-Harbiye", "Kırmızı Oda" ve "Kuş Uçuşu" gibi birçok önemli projede rol aldı.
YEŞİLÇAM'I ŞİŞKO NURİ'Sİ SITKI SEZGİN'İ HATIRLADINIZ MI?
1950 doğumlu Sıtkı Sezgin, özellikle 1970'li ve 1980'li yıllarda çocuk karakterlere hayat vererek Yeşilçam'ın en sevilen isimlerinden biri haline geldi. Ayşecik ve Sihirli Cüceler Rüyalar Ülkesinde (1971), Hayat Sevince Güzel (1971), Adile Teyze (1982) ve Nikah Masası (1984) gibi pek çok filmde rol alan Sezgin; ekranlarda izleyiciyi hem güldürdü hem de içtenliğiyle etkiledi.
Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde sinemadan uzaklaşan oyuncu, memleketi Samsun'a dönerek sosyal yaşamını burada sürdürdü. Üstelik Gölcük 17 Ağustos Gölcük Depremi'nde evini kaybetmişti. Samsun Büyükşehir Belediyesi Huzurevi'nde kalan Sezgin, burada da boş durmadı. Anaokulu ve ilkokul öğrencilerine yönelik tiyatro oyunları sahneledi; çocuklara sanat sevgisini aşılamaya devam etti. Ancak hayat Sezgin'e kolay yüzünü göstermedi. 17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi'nde evini kaybeden usta oyuncu, yaşadığı travmaya rağmen hayata tutunmayı başardı.
Ancak 2018 yılında sağlık durumu kötüleşti. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde anjiyo olan Sezgin, daha sonra çoklu organ yetmezliği nedeniyle yoğun bakıma alındı. Ve ne yazık ki 18 Ağustos 2018 tarihinde, 69 yaşında hayata veda etti. Cenazesi, doğup büyüdüğü şehir olan Samsun'da, Derecik Mezarlığı'na defnedildi.
BİR KAVGA HAYATINI DEĞİŞTİRDİ
Sanatçının sinemaya giriş öyküsü adeta bir film sahnesi gibi: "Lütfi Akad o bölgede bir film çekiyordu. Biz de arkadaşlarla işten kaytarıp çekimleri izliyorduk. Bir gün film ekibini mahalledeki bazı serseriler rahatsız etmeye başladı. Biz de arkadaşlarla araya girdik ve Lütfi Bey'in yanında onlara bir güzel dayak attık. Serseriler toz oldu. Sonra Lütfi Akad haber göndermiş: 'Bir kavga sahnesi var, gelsin oynasın' diye. Böylece sinema hayatım başladı."
1957 yılında Mümtaz Alpaslan'ın çektiği "Acı Günler" filmiyle sinemaya adım atan Erol Taş, kısa sürede figüranlıktan sıyrılarak dikkat çeken roller almaya başladı. 1958 yapımı "Dokuz Dağın Efesi" filminde bir çobanı canlandırması, kariyerinde dönüm noktası oldu. Ardından gelen "Dikenli Yollar" (1958), "Peçeli Efe" (1959), "Şoför Nebahat" (1960), "Dişi Kurt" (1960) ve "Gecelerin Ötesi" (1960) gibi yapımlarda değişik rollerde boy gösterdi.
HAYATI TRAJEDİLERLE DOLUYMUŞ MEĞER...
Genellikle kötü adam rollerinde izleyici karşısına çıkan sanatçı, bu karakterler nedeniyle zaman zaman halkın fiziksel saldırılarına bile uğradı. Gerçek yaşamı ise beyaz perdeden çok daha zorlu geçti. Aslen Ağrı'nın Patnos ilçesinden olan Erol Taş, çocukluğunun bir bölümünü Konya'da geçirdi. Babası Hamza Bey'i henüz iki yaşındayken kaybetti.
Annesi Nefise Hanım ile birlikte İstanbul'a taşındı. Maddi zorluklar nedeniyle okuldan ayrıldı; hamallıktan tezgâhtarlığa, iplik fabrikasında işçiliğe kadar birçok işte çalıştı. Aynı dönemde amatör boksla ilgilendi; 1947 yılında İstanbul ve Türkiye ikinciliklerini kazandı. 1957 yılında boksu bırakıp askere gitti, üç yıl süren askerlik hizmetinin ardından sinema kariyeri başladı.
İlk eşi Hafize Taş'tan Metin Tanju ile ikiz kızları Güler ve Gönül dünyaya geldi. Eşini 1965 yılında kaybeden Taş, ikinci evliliğini teyzesinin kızı Elmas Erşan ile yaptı ve bu evlilikten 1968 doğumlu kızı Müjgan'ı kucağına aldı. Hayatı boyunca çocuklarıyla olan bağı, herkesin dilindeydi.
Uzun yıllar Cankurtaran'da işlettiği kahvehane, onun mahalleyle kurduğu güçlü bağı simgeliyordu. Yaşamının son yıllarında şeker hastalığı nedeniyle bir bacağı kesilen sanatçı, 8 Kasım 1998 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde hayatını kaybetti. Topkapı Mezarlığı'na defnedildi. Erol Taş, hiçbir zaman başrol oynamadı ama kalplerde yer etmeyi başardı. Tıpkı Müslüm Gürses gibi, o da halkın gönlünde bir efsane olarak yaşamaya devam ediyor.