16. yüzyılda güzellik sadece aynaya bakmakla ilgili değildi. Ressamlar, hekimler ve eczacılar aynı tarifleri kullanıyor, kozmetik ürünler statü ve cinsiyet ayırt etmiyordu. İşte erken modern dönemin şaşırtıcı güzellik rutinleri…
Bugün makyaj, cilt bakımı ve kişisel hijyen birbirinden ayrı alanlar gibi görünse de 16. yüzyılda Avrupa'da durum bambaşkaydı. Sanat, tıp, doğa tarihi ve kozmetik iç içeydi. Güzellik, yalnızca estetik değil aynı zamanda sağlık, ahlak ve sosyal statünün göstergesi olarak kabul ediliyordu. Üstelik yalnızca kadınlara has değildi…
Bu şaşırtıcı bağlantı, araştırmacı Romana Sammern'in Britanya Kütüphanesi'nde yaptığı tesadüfi bir keşifle gün yüzüne çıktı. Sanat teorisi sanılan bir metnin içinde beklenmedik şekilde kozmetik tarifler yer alıyordu. Bu detay, 16. yüzyıl güzellik anlayışına dair yepyeni bir kapı araladı.
Ressamlar ve Eczacılar Aynı Malzemeleri Kullanıyordu
16. yüzyılda güzellik ürünleriyle sanat malzemeleri arasında net bir ayrım yoktu. Pigmentler, yağlar, bitkisel özler hem tablolar için hem de cilt bakımında kullanılıyordu. Dönemin kaynaklarına bakıldığında, yüzü boyamak ile bir tabloyu boyamak arasında bir fark olmadığı görülüyor. Yani makyaj ürünleri aynı zamanda ressamların temel malzemeleriydi.
Yemek kitapları bile bu kültürün bir parçasıydı. Tarifler yalnızca yemekle sınırlı değildi; merhemler, cilt bakım karışımları ve günlük bakım önerileri aynı sayfalarda yer alıyordu.
Güzellik Algısı Cinsiyete Bağlı Değildi!
Rönesans portreleri, dönemin güzellik anlayışını anlamak için önemli ipuçları sunuyor. Botticelli'nin idealize edilmiş portreleri ya da Tirol Arşidükü II. Ferdinand'ın bakımlı sakalı ve elleri, yalnızca estetik tercihler değil; sağlıklı, dengeli ve güçlü bir beden algısının yansımasıydı.
Güzel görünmek, içsel uyumun ve sosyal gücün bir göstergesi kabul ediliyordu. Bu nedenle kişisel bakım, politik ve toplumsal anlamlar da taşıyordu. Bu sebeple erkekler dış görünüşüne kadınlardan daha çok özen gösteriyordu.
Topuklu ayakkabılar, peruklar, cilt tonunu eşitleyen pudralar da erkeklerin sıkça kullandığı güzellik ipuçlarıydı.
Bugünün aksine, 16. yüzyılda kişisel bakım cinsiyetle sınırlı değildi. Erkekler için sakal boyaları, bakım yağları ve hatta kalıcı tüy alma tarifleri yaygındı. Keşişlerin tonsür uygulaması bile, kişisel bakımın dini ve sosyal kimlik oluşturmadaki rolünü gösteriyordu.
Hem Saray Hem Halk Aynı Ürünleri Kullanıyordu
Günümüzde bireysel ve ticarileşmiş olan bakım anlayışı, o dönemde kolektif bir bilgi sistemiydi. Tarifler elden ele dolaşıyor, nesiller boyunca aktarılıyor, hediye ediliyor ya da satılıyordu. Saray mutfakları adeta birer laboratuvar gibi çalışıyor; kozmetik ve ilaçlar hem saray halkına hem de halka dağıtılıyordu.
Bu durum, güzelliğin yalnızca kişisel değil, toplumsal bir üretim alanı olduğunu gösteriyor.
No-Makeup Makeup Akımı Yeni Değil!
"Doğal güzellik" fikri ya da makyajsız görünüm trendi, sanıldığından çok daha eski. Antik çağdan 16. yüzyıla uzanan bu anlayış, günümüzde farklı biçimlerde hâlâ karşımıza çıkıyor. Ancak değişen şey, bakımın bireyselleşmesi ve ticari bir endüstri haline gelmesi.
Osmanlı'da ise durum oldukça farklıydı. Güzellik algısı haremde hayli önemli olmakla birlikte kadınlara özgü bir olguydu. Öyle ki, bazı sultanların güzellikleri yedi düvele ayan olmuştur desek abartmış olmayız. Elbette bu güzellik kaynağının nereden geldiğini pek çok kadın öğrenmek istemekte haklı. Uygulaması oldukça basit etkisi büyük, saraydan gelen güzellik sırları pek çok sultanın bakım ve güzellik reçetelerini gün yüzüne çıkarmıştır.
Hanedanlık dönemlerinde kadınların güzellik anlayışı ile günümüz güzellik anlayışı arasında hem benzerlikler hem de farklılıklar vardır. O dönemin kabuk gören güzellik kavramı tarihi edebi eserlerde bile karşımıza çıkmaktadır. Bazı dizelerde denk geldiğimiz ''ok gibi kirpikler, yay gibi kaşlar, al yanaklar...'' gibi betimlemeler tam da bahsi geçen dönemin kabul gören güzellik kalıplarıdır.
Saray kadınları güzelliğin içten yani sağlıktan geldiğine inanırlar, bu yüzden beslenme ve uyku düzeni gibi aktivitelerine çok dikkat ederlerdi. Sağlıklı ışıldayan bir cilt, kanlı canlı pespembe yanaklar güzellik için vazgeçilmez unsurlardı. Bunların yanı sıra parlayan uzun saçlar, temiz ve yumuşak eller ayrıca güzel koku bir kadını güzel kılacak özelliklerdir. Cilt temizliği için tonlarca gül suyu kullanılır, güzel kokmak için misk ve amber esansları saray kadınlarının baş ucunda bulundurulurdu.
Güzellikleri ve alımları dillere destan sultanların yanı başından ayırmadığı, kullanmaktan asla vazgeçmediği bazı reçeteler cilt ve saç güzelliklerinde büyük rol oynamıştır. Günümüz şartlarında ulaşması hayli kolay uygulaması oldukça zahmetsiz olan bu reçeteleri şöyle sıralayabiliriz;
El ve ayaklar; saray döneminde bir kadın el ve ayaklarının sağlıklı temiz bir görünümde olması çok önemliydi. Yumuşak, temiz, bakımlı el ve ayaklar için o dönemlerde tuz, zeytinyağı ve limon kullanılırdı. El ve ayaklar tuzlu su ile iyice ovalanarak temizlendikten sonra zeytinyağı-limon karışımı yedirilerek bakım yapılırdı.
Cilt; günümüzde de kabul gören ışıldayan ve pembemsi bir cilt, saray kadınları arasında da güzelliğin baş rolü kabul edilirdi. Bunun için saray kadınları ve sultanlar yüzlerini her zaman gül suyu ile yıkar, badem sütü ile nemlendirirdi. Ve en önemlisi hamam kültürüdür. Hamamda ölü derileri atarak parlayan taptaze bir cilt elde ederlerdi.
Saçlar; Osmanlı Dönemi tablolarında gördüğümüz üzere her kadın sultan gür, ışıldayan ve uzun saçlara sahipti. Bu saçları elde etmek için saçlara zeytinyağı sürülür, yıkandıktan sonra hatmi çiçeği suyu ile durulama işlemi yapılırdı. Hatmi çiçeği suyu saçların yumuşamasına ve kolay taranmasına oldukça yardımcı olmaktadır.
Koku; parfüm üretimi henüz başlamadığı yıllarda saray kadınları misk, amber ve gülden elde edilen esansları kullanılırlardı. Özellikle misk yağının içinde gül bekletilerek elde edilen kokunun Osmanlı kadınları arasında oldukça yaygın olduğu söylenmektedir.
Hanedanlık döneminde güzelliğin ilk unsuru sağlıklı gözükmek olduğu için saray kadınları beslenme, bakım, uyku ve temizlik rutinlerine oldukça dikkat ederlerdi. Bir kadının asla çok zayıf olmaması gerektiği anlayışında oldukları için her öğün güçlü yemek yemeye dikkat ederler, özellikle et ve süt ürünleri tüketmeye gayret ederlerdi. Hamamda yıkanmak hijyenle birlikte cilt tazeliğine de oldukça yardımcı olduğu için sık sık hamamda yıkanırlardı.
O dönemlerde henüz paketli gıda, işlenmiş yiyecekler bulunmadığı için formda kalmak elbette çok daha kolaydı. Saray kadınları yine de birbirinden güzel kaftanlarının üzerlerine yakışması için formlarına çok dikkat ederlerdi.
Lakin o yıllarda zayıf bir beden görüntüsünün çelimsiz yahut hasta olarak kabul edilmesinden dolayı, etine dolgun formda kalmak için et, süt, yumurta, tereyağı, incir, badem gibi besleyicilik oranı yüksek protein ağırlıklı gıdalardan oluşan beslenme tarzını benimsemişlerdir. İlkbahar aylarında ise saray kadınları müshil etkisi olan kiraz sapı, sinameki gibi bitkiler kullanarak bağırsak temizliği ve toksin atma rutinini uygularlardı.