Yüzyıllardır denizin dibinde yatan 22 ton altın ve gümüş, hala gün yüzüne çıkarılmayı bekliyor. Portekiz açıklarında batan ve tarih kayıtlarına göre büyük bir servet taşıyan geminin hikayesi biliniyor, taşıdığı hazine biliniyor ancak onu kurtarmak için kimse harekete geçmiyor.
Sualtı arkeoloğu Alexandre Monteiro, Portekiz kara suları ve adalar çevresinde bugüne kadar 8 bin 620'den fazla gemi enkazı tespit edildiğini açıkladı. Bu batıklardan yaklaşık 250'sinin altın ve gümüş gibi değerli hazineler taşıdığı düşünülüyor.
Lizbon'daki Nova Üniversitesi bünyesinde çalışan Monteiro, Portekiz ana karası, Azor Adaları ve Madeira çevresindeki gemi enkazlarını kapsayan kapsamlı bir veri tabanı oluşturdu.
Bu çalışma Portekiz anakarası açıklarında yaklaşık 7 bin 500, Azorlar çevresinde 1000 ve Madeira yakınlarında ise 120 gemi enkazını içeriyor. Batıkların büyük bölümü, denizcilik kayıtlarının tutulmaya başlandığı 1500 yılı sonrası döneme ait.
Monteiro, "Bu geminin tarihini inceledim, kaptanın annesinin adını bile biliyorum. Resmi belgelere göre 22 ton altın ve gümüş taşıyordu" ifadelerini kullandı. Ancak geminin kesin konumu hala tespit edilebilmiş değil.
25 yılı aşkın süredir dalış yapan ve su altı buluntuları üzerinde çalışan Monteiro, bugüne kadar birçok batığı haritalandırdı.
Azorlar'daki Faial Adası yakınlarında 1615'te batan Nossa Senhora da Luz adlı gemiyi bulmak için dört yıl arşiv taraması yaptığını anlatan Monteiro, "Dört yıl boyunca farklı arşivlerde çalıştım. Ardından ilk dalışımda batığın yerini tespit ettim" dedi.
Buna rağmen Monteiro, devletin konuya yeterince ilgi göstermemesinden şikayetçi. Correio da Manha'ya göre Monteiro, "250 hazine gemisi olduğunu biliyoruz. Er ya da geç bir liman çalışması ya da inşaat sırasında bu batıklardan biri ortaya çıkacak. Ancak böyle bir keşfi koruyacak hiçbir eylem planı yok" diyerek uyarıda bulundu.
Birçok hazinenin zamanla kum tabakaları altında kaldığını ve bu durumun kontrolsüz keşifler açısından risk oluşturduğunu belirten Monteiro, uygun koruma planları olmadan bu tarihi mirasın kalıcı olarak kaybolabileceğini vurguladı. Monteiro, Portekiz hükümetinin bu verilerden haberdar olduğunu ancak şimdiye kadar somut bir adım atılmadığını da sözlerine ekledi.
Monteiro, denizin altındaki bu batıkların kaybolma ihtimalinde asıl tehlikenin altyapı ve inşaat projeleri olduğunu söyledi. "Sorun, kaç gemi olduğunu ve nerede olduklarını bilmememizdi. Aslında biliniyordu. Daha doğrusu tahmin ediliyordu ama elimizde net bilgi yoktu" sözleriyle geçmişte yaşanan belirsizliğe dikkat çekti.
Monteiro'ya göre bu envanter çalışması yalnızca bir başlangıç. "Eğer bir ayımı sadece bu projeye ayırsam, o gemiyi bulurum" diyen Monteiro, Portekiz'in denizcilik mirasını korumak için acil ve kapsamlı bir koruma stratejisi gerektiğini vurguladı.
ALTIN SANDIĞI ÇOK DAHA DEĞERLİ ÇIKTI!
Denizin dibinde yatan tonlarca altın, dünyanın dört bir yanında definecilerin ve araştırmacıların hayallerini süslerken, bazen en büyük servet beklenmedik bir anda ve bambaşka bir yerde ortaya çıkabiliyor. Kimi zaman altın sandığınız bir keşif, çok daha nadir ve paha biçilemez bir gerçeğe dönüşebiliyor. İşte bu hikaye de tam olarak böyle başladı… Bir amatör defineci olan David Hole altın bulduğunu sanarak sevindi, ancak kısa süre sonra elindeki şeyin tüm dünyanın peşine düştüğü son derece nadir bir keşif olduğu ortaya çıktı.
Hole, bulduğu nesnenin içini ortaya çıkarmak için akla gelen her yolu denedi. Taş kesme testereleri, zımpara makineleri, matkaplar hatta kimyasal maddeler… Ancak tüm bu çabalar sonuçsuz kaldı. En sonunda çekiçle kırmayı denese bile taş neredeyse hiç zarar görmedi. Kısa süre sonra gerçeğin sebebi anlaşıldı: Bu inatçı kütle altın değildi; dünyada son derece ender rastlanan bir gök taşıydı.
Taşı kendi imkanlarıyla açmayı başaramayan Hole, sonunda merakına yenik düşerek buluntuyu Melbourne Müzesi'ne götürdü. Burada inceleme yapan jeolog Dermot Henry, bu tip taşların son derece ender rastlandığını vurguladı. Henry, göktaşlarının atmosferden geçiş sırasında dış yüzeylerinin eridiğini ve bu süreçte kendilerine özgü çukur ve oyuklarla kaplı bir form kazandığını ifade etti.
Henry, 37 yıla yayılan meslek hayatı boyunca incelediği binlerce kaya parçası arasında yalnızca iki tanesinin gerçekten göktaşı olduğuna tanıklık etmişti. Maryborough çevresinde bulunan bu örnek de o nadir keşiflerden biri çıktı. Yaklaşık 17 kilo ağırlığındaki ve yüksek demir içeriğiyle dikkat çeken taş, bilim insanları tarafından "Maryborough Göktaşı" adıyla kayıtlara geçirildi.
Bilim insanları, taşın küçük bir dilimini elmas bir testere ile kestikten sonra, taşın H5 tipi sıradan kondrit olarak sınıflandırıldığını ve içerisinde kondrül adı verilen metalik minerallerin kristalleşmiş damlacıklarını keşfetti.
Henry, gök taşlarının bilimsel açıdan altından daha değerli olduğunu vurgulayarak, "Bunlar Güneş Sistemimizin yaşı, oluşumu ve kimyası hakkında ipuçları verir. Bazılarında, Güneş Sistemi'nden bile daha yaşlı yıldız tozları bulunur" dedi.
Araştırmacılar, Maryborough göktaşının kökenini kesin olarak belirleyemese de, muhtemelen Mars ve Jüpiter arasındaki asteroid kuşağından geldiğini düşünüyor. Karbon tarihleme yöntemiyle, taşın 100 ila 1.000 yıldır Dünya'da olduğu tahmin ediliyor. 1889 ve 1951 yılları arasında gözlemlenen meteor olayları, bu taşın Dünya'ya düşmesiyle bağlantılı olabilir.
Bu olay, bir gök taşının keşfedilip müzeye ulaşmasının yıllar alabileceğini gösteren ilk örnek değil. Örneğin, ScienceAlert in 2018 yılında yayınladığı bir habere göre, bir başka göktaşı tam 80 yıl boyunca iki farklı sahibi tarafından kapı stoperi olarak kullanıldıktan sonra gerçek değeri anlaşılmıştı.