İnsanın zihni tuhaf bir yapıdır. Sakinliği ister, huzuru arar; ama onu en çok tedirgin eden şey yine sakinlik ve boşluktur. Dışarıdan bakıldığında herkes yorulmuş görünür; iş yoğunluğu, yetişmesi gereken işler, cevaplanması gereken mesajlar... Ama derinlerde bambaşka bir gerçek vardır. İnsan, boş kaldığında yorulur; meşgul olduğunda ise toparlanır, canlanır, kendini hayatta hisseder. Tam da bu paradoksu anlamak için Columbia ve Chicago Üniversitelerinden Christopher Hsee ve arkadaşlarının yaptığı ünlü araştırma 'Idleness Aversion and the Need for Justifiable Busyness'a bakmak gerekiyor.
Araştırmanın sonucu tek cümleyle özetlenebilir: Zorla meşgul edilmek bile, boş bırakılmaktan daha çok mutlu ediyor. Bu bulgu ilk bakışta şaşırtıcıdır. Çünkü çoğumuz "Keşke biraz boş vaktim olsa" deriz. Tatil hayal ederiz, hiçbir şey yapmadan yatmayı düşleriz. Fakat işin ironisi şudur: Uzun süre boş kaldığımızda içimizde bir huzursuzluk belirir. Sanki görünmeyen bir el, omzumuza dokunur ve "Bir şey yapman gerek" der.
MEŞGUL OLMAK KALKANDIR
Araştırma bunu iki deneyle kanıtlıyor. İnsanlara basit bir seçim sunuluyor: Bir köşede 15 dakika hiçbir şey yapmadan beklemek ya da küçük ve anlamsız bir işle meşgul olmak. Çoğu insan ilk anda "boş durmayı" seçiyor. Fakat deney bittiğinde meşgul olanların daha mutlu olduğu görülüyor. Çünkü insan zihni, boşlukta kalmayı değil, akışta olmayı seviyor. Bizim için önemli olan işin büyüklüğü değil; zihnimizin "Ben bir şey yapıyorum" duygusunu hissedebilmesi. Daha çarpıcı olan ise şu: İnsanlara "Bu görevi yaparsan küçük bir ödül alacaksın" gibi uydurma bir gerekçe verildiğinde meşguliyet daha anlamlı hale geliyor. Ve bu gerekçe çoğu zaman gerçek olmak zorunda değil.
Beyin, en küçük bahaneyi bile bir "sebeple meşgul olma" fırsatına dönüştürüyor. Çünkü meşguliyet, insanı anlamsızlık duygusundan koruyan bir kalkandır. Aslında bu durum modern hayatımızın birçok davranışını açıklıyor.
- Neden bazen bitmeyecek kadar uzun bir yapılacaklar listesi hazırlıyoruz?
- Neden telefonumuzu kontrol etmenin bile bir ritüeli var?
- Neden "meşgulüm" demek bize bir değer hissi veriyor?
UNUTMAYALIM
Bir işi "sırf oyalanmak için" yaptığımızda, meşguliyet biter bitmez tekrar boşlukla yüzleşiriz. Oysa anlamlı meşguliyetler, yani kendimizi geliştirmek, yeni bir şey öğrenmek, bir başkasına fayda sağlamak, üretmek, bir yeteneği beslemek zihni hem meşgul eder hem de besler. Böyle meşguliyetler bizi akışa sokar, içsel düzenimizi güçlendirir ve uzun vadede gerçek bir huzur yaratır. İnsan meşguliyeti sever; ama onu dönüştüren şey meşguliyetin anlamıdır. Bu nedenle hayatımızda sadece vakit dolduran uğraşlar değil, bizi büyüten uğraşlar çoğalsın. Çünkü insanı yoran boşluk değil; anlamsızlıktır. Unutmayalım: Meşgul olmak hayatın ritmi ise, anlam o ritmi kalbe dönüştüren melodidir.
UĞRAŞTIĞIN ŞEYİN ANLAMI VAR
Bu çalışma bize şunu öğretiyor: Bir insanın mutsuzluğu çoğu zaman "fazla yoğunluktan" değil, "yeterince anlamlı yoğunluk bulamamasından" kaynaklanır. Bu nedenle hayatımızda ufak bile olsa bir uğraş yaratmak, zihin için bir nefes alacak alan açar. Bir hedef koymak, bir işle ilgilenmek, bir projeye başlamak, bir çiçeği sulamak, bir kitabın kapağını açmak bile insanı dipten yukarı taşır. Asıl mesele çok iş yapmak değil, kendimize şu cümleyi söyleyebilmektir: Uğraştığım şeyin bir anlamı var.
Bu anlam, bazen gerçekten vardır; bazen de biz ona anlam veririz. Ama ikisi arasında psikolojik açıdan büyük bir fark yoktur. Çünkü önemli olan neden yaptığımız değil, yapıyor oluşumuzdur. Bu araştırma sonucunda benim söyleyeceklerim şunlardır: Anlamsız ve faydasız meşguliyetler, o an için zihnimizi rahatlatabilir, bizi boşluğun huzursuzluğundan koruyabilir. Fakat uzun vadede içimizde bir eksiklik bırakır. Çünkü insan sadece meşgul olmakla değil, anlamlı bir şeyle meşgul olmakla büyür.
İÇSEL DÜZENİ KORUMAK GEREKLİ
Meşguliyet, zihnin içsel düzenini koruyan görünmez bir çatı. Boşluk ise zihni hemen kendine döndürüyor: neredeyim, ne yapıyorum, hayatım nereye gidiyor?
İşte o sorular insanı yoran asıl yüklerdir. Bu yüzden meşguliyet, bir kaçış değil; tam tersine bazen bir denge unsurudur. Hatta araştırmanın en ilginç bulgularından biri şudur: Kişi mecburen meşgul edilse bile, boş bırakılmaya kıyasla daha mutlu olur. Bu, insan doğasına dair çok derin bir şey söyler: Ruhumuz, hareketsizliği değil, akışı ister. Zihnimiz, boşluğu değil, amaca yönelmeyi sever. Hatta amaç bazen küçük, geçici, sembolik bir görev bile olsa... Bir bakıma, hepimiz yaşamak için değil, "yaşadığımızı hissetmek" için meşgul oluruz. Mutluluğumuz çoğu zaman büyük hedeflerde değil; günlük küçük hareketlerde, bir şeyle uğraşıyor olma hâlindedir.