Büyük ihanetin 1. yılında 17 Aralık'ı yazdılar
SABAH'ın usta yazarları 17 Aralık darbe girişiminin yıl dönümünde büyük ihaneti kaleme aldılar. İşte paralel yapının iç yüzü.
Hasan Bülent Kahraman: Cemaatin görmediği...
Bu işlere aklı erenler Cemaatin/ Hizmet'in ciddi bir hata yaptığını, gücünü iktidara dayanarak oluşturmuş bir hareketin ondan mahrum kaldığında zayıflayıp çökeceğini düşünemeden hareket ettiğini ve gidip sert kayaya başını vurduğunu yazıyorlar. Tabii ki, doğru bir değerlendirme. Ama ben işi biraz daha derinleştirip bu Cemaat- hükümet/ iktidar çatışmasının başka boyutları olduğunu da belirtmek isterim.
Bir kere Cemaat, büyük ölçüde Anadolu sermayesiyle hareket ediyordu. O sermayenin büyümesi, güçlenmesi, gelişmesi ve büyük şehirde kendisine yer edinmesi için çalışıyordu. Onun sağladığı güçten pay alarak kendisi de yerini, varlığını pekiştiriyordu.
Türkiye'deki bütün Müslüman hareketlerin çekirdeğinde bu anlayış yatar. Bugünkü hükümeti de bu büyük hamle doğurmuştur. Fakat o hareketler, bırakın dışında kalan kuvvetlerle olan çelişkisini, kendi içinde bile zaman zaman bu stratejiden kaynaklanan çatlamalar yaşamıştır. Öncelikle, küçük Anadolu sermayesiyle büyük şehre yerleşmiş büyük Anadolu sermayesi arasındaki zıtlaşmadır o.
Ak Parti bu gelişmenin doruk noktasıdır. Bu yönde ileride daha ayrıntılı bazı analizler yapmak istesem de, şuracıkta belirteyim, Anadolu sermayesinin güçlendirilmesi, büyük şehre taşınması ve nihayet küreselleşmesinde Ak Parti nihai rolü oynadı, son noktayı koydu. Bugün Anadolu sermayesinin dışında kalan farklı (küresel diyorum ona) bir sermaye daha oluştu Türkiye'de ve Ak Parti onunla elbette sistemin gerekli kıldığı şekilde temas halinde.
Cemaatin görmediği bu gelişmeydi. Sadece Anadolu sınırları içinde kalarak ve o sermayeyi dünyaya niteliğini değiştirmeden açabileceğini sanarak hareket etti. Veya içine kapalı, kendisine ait, küresel sermaye ve ideolojisinden hiç etkilenmeyen bir sermaye hareketini sonuna kadar sürdüreceğini varsaydı. Bunu temellendirmek maksadıyla da modernleşmenin kendisini bir tarafa bırakıp, modern bir İslam yorumuna sahip çıktı. Halbuki, modernleşme, İslam'ı da kuşatacak bir dinamikle Türkiye'deki Müslüman çevreleri dönüştürüyordu. Bunu da Müslüman/ İslami ideolojinin küreselleşmesi olarak kaydedelim.
Hizmet, pozitivist bir anlayışla ama onunla da sınırlı kalarak hareketi yürütmeyi yeterli görürken, bunun aracı (haydi, şatafatlı kavramıyla söyleyeyim modus vivendi'si) devleti kontrol etmekti. Bu, geleneksel bir yöntemdi. Gerektiğinde o devleti ve araçlarını müttefiklerine karşı da kullanabilecekti hareket.
Ne var ki, o model, hareketin gizli, örtülü, yer altında kalmasını zorunlu kılıyordu. Oysa Türkiye'deki dinamikler Ak Parti iktidarını desteklemiş, onun büsbütün güçlenmesine yol açmıştı ve iktidar, tabanına, devlete hâkim olduğunu doğrudan doğruya, apaçık bir biçimde, bir iktidar ifadesi olarak belirtiyordu. Bu, dört başı mamur bir pozisyondu. Hem sermayesi vardı, hem devleti gerçek bir iktidar manasında kontrol ediyordu hem de iktidarını açık, berrak şekilde ortaya koyuyordu; yani siyasal bir hareket kuruyordu.
Böyle bakınca, Cemaatin sermaye, model ve ideoloji olarak bütün dayanaklarının çöktüğünü görmek kabil. Bunu fark edemeyince harakiri mantığı içinde kontrol ettiği devlet mekanizmalarını hükümete karşı acımasızca kullanmayı tek imkân olarak gördü ve kullandı.
Devletin iç organlarına, dehlizlerine ulaştığı ve onları denetlediği ve kullandığı için de trajik biçimde derin devlete dönüştü. Baştan beri meşruiyetini ve varlığını açık siyaset, ideolojik tutum ve devletle çarpışmak olarak konumlandırmış, kitleleri devlete karşı siyasallaştırmış Ak Parti'ye karşı devletin içinde örgütlenen, devletle bütünleşen ve böylece kitlelerle çelişen Cemaat anlayışı iktidar tarafından zorunlu bir politik yaklaşım olarak hedef alındı.
İşin özü, devletçi bir kesimle devlet karşıtı, küçük sermaye yanlısı bir kesimle küresel sermayeyi kavramış bir kesim arasındaki zıtlaşmaydı bu. Sonuna geldi.
Daima da böyle olmuştur...
Şeref Oğuz: Darbe girişimiyle büyümeyi çaldılar
Değil siyasete, Türkiye'nin kaderine ayar vermek için yola çıkan darbeciler bundan tam 1 yıl önce, sandığı ekonomi üzerinden vurmak için ilk eyleme geçtiler ve Gezi dahil ülkeye yükledikleri maliyet 156.8 milyar lira oldu.
17 Aralık'ta yolsuzluk algısı üzerinden başlayan operasyonlar, 24 Aralık'ta 2023 hedefinin dev projelerini hedef almış, Merkez'in faiz darbesiyle devam etmişti.
Toplamda ülkenin büyümesini çalan darbecilerin maliyet kalemlerine bakalım:
ÜLKE İTİBARI: Yolsuzluk algısı üzerinden siyaseti etkilemek istediler ve içeride dışarıda kredibiliteyi sarsan soruşturma, gözaltılar, tutuklama furyası başlattılar.
HALKBANK: İran ambargosu ve Irak petrolleri sayesinde bölge coğrafyasının en önemli bankası haline gelmeye başlayan Halkbank'ı soruşturmakla kalmayıp, kozmik odasındaki bilgilerini alıp rakiplerimize, düşmanlarımıza aktardılar.
2023 PROJELERİ: Havaalanı, Köprü, Kanal gibi ülkeyi 2023 hedeflerine taşıyacak projelerin müteahhitlerini gözaltına alıp, çakıl kamyonu dahi gönderemez hale getirmeyi denediler.
MERKEZ BANKASI: 2 operasyon ardından ekonomide panik havası oluşturmak istediler, doları 2.39'a zıplatıp Gezi öncesi %4.3 olan faizi 28 Ocak gece yarısı, hangi Merkez'den geldiği belirsiz kararla 5.5 puan birden zıplattılar.
BÜYÜMEYE FREN: Merkez'in fahiş faiz artırımı yüzünden özel sektör yatırım yapamaz hale geldi. Üretim ve istihdam olmayınca büyüme hız kesti. Bir zamanlar dünyanın en hızlı büyüyen ilk 3'ünde iken şimdi ilk 15'e giremiyoruz.
İŞSİZLİK DARBESİ: Küresel krizde dahi istihdamını artırabilen Türkiye'nin büyümesini çalan darbeciler yüzünden bugün işsizlikte ilk 10'a sürüklendik.
NETİCEDE: Ödediğimiz bunca maliyete rağmen ekonomimizin dış şoklara ve iç darbelere karşı ne kadar dayanıklı olabileceğini gördük, muhtemel yeni darbe girişimlerine karşı tedbir geliştirebildik.
Razim Ozan Kütahyalı: Pensilvanya bombalama emirleri verdiğinde...
Pensilvanya örgütüne sadece devlet içinde yapılanmış bir paralel grup olarak bakmak doğru değil. Pensilvanya örgütü bu tanımı da aşan Türkiye tarihinin gördüğü en tehlikeli harekettir. Türkiye'ye çok daha büyük zararlar verme ihtimali mevcuttur. Pensilvanya örgütü dışındaki herkesin ortak bir zeminde buluşarak çok büyük bir mücadeleye girmesi şarttır. Farklı görüşten herkese de bunu anlatmak lazım...
Tehdidin boyutları görünen örgüt yapısı meselesiyle sınırlı değil. Paralel devlet yapılanması Pensilvanya olgusunun sadece bir kısmıdır. Müritleri Pensilvanya'daki adamı mehdi ve mesih olarak görmektedir. Pensilvanya bu kesin inançlı topluluk için seçilmiş kişidir. Pensilvanya'nın her talimatı bu kitle için Allah kelamı ile aynı şeydir. Pensilvanya "81 vilayetin merkezinde canlı bomba olup kendinizi patlatın" dese bu talimata uyacak binlerce Pensilvanya müridi mevcut. Beni bu meselenin esas bu boyutu ilgilendiriyor. Konuşulan güncel konular değil...
Asla abartmadığımı Tahşiyecilere kumpas kurulduğunu kabul ederek savcıya ifade veren Hüseyin Gülerce çok iyi biliyor. Bu konuları defalarca konuştuğumuz Mustafa Akyol da çok iyi biliyor. Bu iki isim de mesiyanik hareketlerin akıl almaz tehlikeli boyutlara ulaşacağını deneyimlemiş ve bana anlatmış insanlar. Taha Akyol'un da her şeyin farkında olduğu kanaatindeyim. Mustafa'nın da, çok değer verdiği ve söylediklerine inandığı Hüseyin Gülerce kadar cesur olması gerekiyor. Bu meseleyi günlük siyasi kavgaların ötesinde konuşmamız şart. Pensilvanya örgütü bir günde IŞİD gibi örgüte dönüşebilir. Tek talimatla her yeri yangın yerine çevirirler. Pensilvanya talimatıyla sahte kanıt üretmekle canlı bomba olup insanları öldürmek arasında fark yoktur.
En aklı başında zannettiğiniz Pensilvanya müritleri bile bir emirle katile dönüşebilir. Pensilvanya küçükten beri verdiği beyin yıkama eğitimiyle bütün müritlerini insanlıktan çıkarıp bir robot haline getirmiş. Haşhaşiler tanımı o sebeple çok çok yerinde bir tanım. Pensilvanya örgütü için Haşhaşiler benzetmesinden daha iyi bir benzetme yoktur...
Pensilvanya olgusunun Emniyet- Yargı cuntasının ötesinde olan bu mesiyanik delilik kısmını çok geç fark ettiğim için kendime de çok kızıyorum. Hatta bu konuda kendi kendime kinleniyorum. Bazı yazılarım aklıma geliyor ve kendimden nefret ediyorum. Köşe yazarlığından tamamen ayrılasım geliyor. Bazı dostlarım "herkes geç gördü hatta hâlâ görmeyenler çoğunluk" diyor. Ama ben kendimden sorumluyum. Bu mesiyanik manyaklık hareketini fark etmek konusunda hâlâ Türkiye'de büyük bir aymazlık olduğunu düşünüyorum. "Aydınları en aptal olan ülke" sıralamasında birincilik Türkiye'ye ait olduğu için bu tablo kolay kolay değişmez.
Washington ise sadece kısa vadeli ABD çıkarları açısından olaya bakıyor. Zamanı gelince Pensilvanya'yı feci tepeleyecekler ama şimdi Türkiye'nin Washington'a ters gelen politikalarına karşı Pensilvanya'yı koz olarak kullanıyorlar. Pensilvanya da hâlâ Batı'da meşruiyet aradığı için henüz müritlerine yukarıda söylediğim çılgınlıkta emirleri vermiyor. Ama biliyoruz ki bir gün bu emirleri verdiğinde canlı bomba olmayı cennete gitme yolu sayacak çok sayıda müridi var...


























