SABAH Gazetesi yazarı Mahmut Övür, yolsuzluk soruşturması kapsamında tutuklanan Ekrem İmamoğlu ile gazeteci Enver Aysever arasında Silivri Cezaevi'nde yaşanan tartışmayı kaleme aldı. SABAH'ın gündeme getirdiği gerilim sonrası İmamoğlu cephesinde panik arttı… Mahmut Övür, bugünkü yazısında selamlaşma krizinin siyaset kulislerini ciddi biçimde sarstığını belirterek "İlgisiz isimleri bile bu karmaşanın içine çekmek için sistemli bir çaba yürütülüyor" ifadesini kullandı. İşte Mahmut Övür'ün bugünkü yazısı…
Türkiye, geniş kapsamlı bir "temiz eller" sürecinden geçerken, bu süreci gölgelemek isteyenler de boş durmuyor.
İfadelerin arasına serpiştirilen iftiralarla tartışmanın odağını dağıtmak, hatta ilgisiz isimleri bile bu karmaşanın içine çekmek için sistemli bir çaba yürütülüyor. Amaç açık: Yolsuzluk iddialarının üzerini örtmek. Bu nedenle son günlerde söylenmeyen yalan, başvurulmayan yöntem kalmadı.
Bu atmosferde, Silivri Cezaevi'nde Ekrem İmamoğlu ile gazeteci Enver Aysever arasında yaşanan selamlaşma olayı, siyaset kulislerini ciddi biçimde sarstı. Aysever'in kamuoyuna yansıyan şu sözleri tartışmanın merkezine oturdu: "Çek kirli elini, hırsızların elini sıkmam."
Bu ifade, yalnızca sertliğiyle değil, söylendiği yer ve söyleyen kişi itibarıyla da sarsıcıydı. Tepkinin büyüklüğü de bunu doğruladı. Zira bu çıkıştan hemen sonra, İmamoğlu çevresinde belirgin bir telaş başladı. Bu telaşın ilk somut adımı, Murat Ongun'un avukatı Yiğit Akalın üzerinden geldi. Akalın, olayın aksini iddia eden bir "tanıklık" ortaya koydu ve şunları söyledi: "Görüşmedeyken Aysever en baştaydı. Sayın Ekrem İmamoğlu 'geçmiş olsun' diye seslendi. Aysever ayağa kalktı, kapısını açtı ve 'Sağ olun başkanım, sizlere de' dedi."
Ancak bu beyan, iddiayı çürütmekten çok neden böyle bir tanıklığa ihtiyaç duyulduğu sorusunu gündeme getirdi. Çünkü kamuoyu, Akalın ismine yabancı değil. İki yıl önce "FETÖ borsası" iddialarıyla gündeme gelen, rüşvet talebi suçlamasıyla yargılanan ve ilk derece mahkemesinde 2 yıl 6 ay hapis cezası alan bir isimden söz ediyoruz.
Her ne kadar istinaf mahkemesi, delillerin hukuka aykırı elde edildiği gerekçesiyle kararı bozmuş olsa da, bu sonuç dahi basına "FETÖ borsasına şaşırtan beraat" başlığıyla yansıdı. Yani ortada, tanıklığı tartışmalı kılan ciddi bir geçmiş bulunuyor.
Daha da önemlisi, bu açıklamadan yalnızca bir gün sonra yaşanan gelişmeydi.
Gazeteci Enver Aysever, avukatı Mikayil Dilbaz aracılığıyla X platformunda, merhum tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy ile birlikte daha önce paylaştığı fotoğrafı yeniden sabitledi ve şu cümleyi tekrar etti: "Kimselere verecek selamım yok benim..."
Bu paylaşım, Akalın'ın anlattığı tabloyla açıkça çelişiyordu. Dahası, köşemizde aktarılan iddianın geri alındığına değil, arkasında durulduğuna işaret ediyordu.
Burada asıl dikkat çekici olan ise, olay sırasında isimleri geçen Aykut Erdoğdu ve İnan Güney gibi figürlerin mutlak sessizliğiydi. Normal şartlarda en küçük tartışmada bile açıklama yapmaktan geri durmayan bu isimler, bu kez tek bir cümle dahi kurmadı. Oysa çıkıp şunu söyleyebilirlerdi: "Biz oradaydık, böyle bir selamlaşma olmadı."
Ama bunu yapmadılar. Neden? Çünkü Enver Aysever'i tanıyorlar. Aynı siyasi ve ideolojik mahalleden geldikleri bu ismin, yalan söylendiğinde nasıl karşılık vereceğini de çok iyi biliyorlar.
Bu sessizlik, iddiayı zayıflatmadı; aksine daha görünür hâle getirdi. Tam da bu nedenle Silivri Cezaevi'nde hem Aysever'e hem de olası tanıklara yönelik yoğun bir baskı olduğu konuşuluyor. Aysever'e "geri adım attırmak" için çok sayıda siyasi figürün devreye girdiği, bu amaçla CHP'nin solcu bir parti Meclis üyesinin ve bir büyükşehir belediye başkanının cezaevine ziyarete gittiği dile getiriliyor. Bu baskı iddialarının savcılık ve cezaevi yönetiminin de bilgisi dâhilinde olduğu ve gerekli önlemlerin alındığı ifade ediliyor.
Peki bütün bunlar neden? Neden bu kadar panik, neden bu kadar çaba? Çünkü ilk kez, aynı mahalleden biri, yüzlerine karşı ve dolambaçsız biçimde "hırsız" dedi. İlk kez "kral çıplak" sözü içeriden geldi. Ve bu söz ne yalanlamayla ne de tanık ayarlamayla silinebildi. Asıl rahatsızlık da burada başladı. Aysever'i bu yüzden tebrik etmek gerekir. Herkesin fısıltıyla konuştuğunu o yüksek sesle söyledi.