Sabah Gazetesi'nin 40. yıl özel sayısı için Hülya Avşar ve kızı Zehra Çilingiroğlu ile bir araya geldik. Ancak ünlü sanatçıya bu kez soruları biz değil, onu bu hayatta en iyi tanıyan kızı Zehra Çilingiroğlu sordu. Anne-kızın sohbeti uzun yıllara dayanan bir kariyerin en samimi, en gerçekçi izdüşümlerinden de biri oldu.
Sabah Gazetesi 40. yılını kutlarken, Türkiye'de son 40 yılda "yıldız" denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Hülya Avşar'la özel bir buluşma gerçekleştirdik. Ancak bu kez soruları, onu hayatta en yakından tanıyan kişi olan kızı Zehra Çilingiroğlu sordu. Avşar, yöneltilen tüm soruları, kendine özgü bir dille cevapladı. Anne ile kızı arasındaki bu sohbet, yalnızca bir röportaj değil; uzun yıllara yayılan bir kariyerin ve aile içinden çok daha gerçek görünen bir hayatın izlerini taşıyor. Hülya Avşar ve Zehra Çilingiroğlu ile Sarıyer'deki Six Senses Kocataş Mansions otelde bir araya geldik. Avşar, iç mimarlık eğitimi sonrası kendi markası olan Marjes Studio ile tasarım ev objelerine ve mobilyalara, modern, işlevsel ve estetik bir yorum kazandırmayı hedefleyen kızı Zehra Çilingiroğlu ile birlikte Zeynel Abidin Ağgül'ün objektifine poz verdi.
ZEHRA ÇİLİNGİROĞLU: Annelik senin şöhretinden çaldı mı?
HÜLYA AVŞAR: Bunu hiç düşünmedim. Çalsa da önemli değil, annelik benim için daha önemli çünkü. Açıkçası çalmadığı gibi üstüne katlayarak koydu.
Hülya Avşar ve kızı Zehra Çilingiroğlu'ndan, SABAH'ın 40. yıl özel sayısına özel röportaj | Video
Z.Ç.: Şöhret seni özgür kıldı mı, yoksa tutsak mı etti?
H.A.: Şöyle; ben kendi özgürlük alanımı kurmayı başardım. Mesleğimiz çok göz önünde olduğu için özgürlüğüm gidebilirdi. Yapmak istediklerimi yapamayabilirdim. Ama kendi kendime şunu söyledim; ne olursa olsun mesleğim dışında ayrı, özel bir hayatım olmalı. Onda da bütün özgürlüğümü yaşadığımı düşünüyorum. Ben bugün yaptığım sporla, farklı meslekteki insanlarla bir araya gelerek, düşerek kalkarak ya da yürüyüşümü yaparak hiçbir zaman özgürlüğümü kısıtlamadım.
Z. Ç: Doğru bir şekilde yönettin onu...
H.A.: Mesleğim bana amaç değil, araç oldu. Bu arada ben bütün özgürlüğümü de yaşadım. Hiçbir şeyde gözüm kalmadı.
Z.Ç.: Peki beni büyütürken benimle ilgili planların oldu mu, yoksa ben bunları bozdum mu?
H.A.: Bozamadın canım, üzgünüm. (Gülüyor) Çünkü senin niyetin yurt dışında yaşamak, yurt dışında kalmaktı. Ben de hep iç mimar ya da mimar olmanı istiyordum. Çünkü kız çocuklarına çok yakışıyordu ve küçüklüğünden beri çizimin muhteşemdi. Okulda da öğretmenlerinin bizi yönlendirdiği taraf buydu. O yüzden ben hep mimar ol istedim. Fakat sen üniversite sınavlarına girmeden yurt dışına gidecektin. Ama ben seni üniversite sınavlarına zorla soktum. Ben çok fazla yurt dışında kalmandan yana değildim. Hala da söylüyorum; yurt dışına okumaya gidecek olan çocuklar ortaokulda veya lisede gönderilmemeli. Bu bana aileyi ve başka duyguları ertelemek gibi geliyor. Biraz aileyle de dolu dolu yaşamak lazım. Ben seni biraz yönlendirdim. İç mimarlığı kazandın. Okulu bir sene dondurduk, sonra yurt dışına gittin. Açıkçası sen istediğini yapamadın, ben sana istediğimi yaptım. Şimdi pişman mısın?
Z. Ç: Yok, çok memnunum. Zaten sana bunu hep söylüyorum, her zaman teşekkür ediyorum. O yaşta insan kendi kararlarını doğru veremiyor ama anneler daha iyi gözlem yaptığı için ve başımda böyle bir anne olduğu için o konuda şanslıyım. Kendi ilgi alanımı bulmamda, kendi yolumu çizmemde çok yardımcı oldunuz bana... Annem olduğun için çok teşekkür ediyorum.
H.A.: Ben de evlat olarak sana çok teşekkür ederim. Dünyada aynı evin içinde aynı çizgide iki kişi olamaz. Ben bunun farkındaydım. Açıkçası sende çok fazla hevesli değildin. Benim mesleğimi seçmek istedin ve ben engelledim gibi bir konu olmadı aramızda.
Z. Ç: Oraya da yönlendirmedin beni..
H.A.: Asla.
Z. Ç: O kolay bir iş değil, çok sorumluluk gerektiren bir meslek.
H.A.: Özgürlüğünü tamamen elinden alan bir meslek... Gerçi sen şu anda da ünlüsün, üzgünüm. (Gülüyor)
Z.Ç.: Ben bunu bir şans olarak görüyorum. Ünlü bir ailenin kızı olmak önümü kesmedi ya da özgürlüğümü kısıtlamadı; tam tersine artıları eksilerine göre çok daha fazla. Asla başka bir ailenin içinde doğmak istemezdim.
Z.Ç.: Anne hiç arafta kaldığın zamanlar oldu mu?
H.A.: Bu kadar yaşanmışlık ve koşturmaca, mesleki çeşitlilik arasında tabii ki arafta kaldığım zamanlar oldu ama onlar çok önceden yaşadığım şeyler. Şunu çözdüm; arafta kalmak normal, üzülmek, sıkılmak, tartışmak, ağlamak, başaramamak da... Hepsi normal şeyler. Hayatta bunları içselleştirip kabullenmek bana çok faydalı oldu. Bir şeyleri kabullenmek zorundayız. İlk defa senin başına gelmiş gibi düşünmeyeceksin, onu çözdüm. "Ah ben şimdi ne yapacağım?" demek yerine gayet sakin karşılayıp bunun normal olduğunu düşündüğün zaman su akıyor, yolunu buluyor.
"AİLEYLE GEÇİRİLEN HER AN BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ"
Z.Ç.: Peki beni büyütürken "Şimdiki aklım olsa şöyle yapardım ya da yapmazdım" dediğin ne var?
H.A.: Kendimi övmek gibi olmasın ama hiç bu açıdan fazla bir açığımı görmedim. "Biraz daha fazla sevgi verebilir miydim acaba?" diyorum ama o da artık aşırı doz olurdu, işi başka noktalara götürürdü. En güzel şey çocuğu sevgiyle büyütmek. Açıkçası pek şikayetim yok, keşke böyle yapsaydım diye... Senin var mı?
Z.Ç.: Yok, benim de yok.
H.A.: Ben mutluyum. Hayatta her şey hırs dolu bir yaşam değil. Aile içinde birlikte geçirilen her an, bana göre eğitimden de, hayattaki birçok şeyden de çok daha önemli.
"ÇOK DOMİNANTSIN BİRAZ DAHA YUMUŞAMAN GEREKİYOR"
Z.Ç.: Peki hangi huyum seni zorluyor?
H.A.: Bazen dominantlığın inatçılığa dönüşüyor. Bu da herhalde Karadeniz kanından olsa gerek. O inatçılık yüzünden doğru kararlar alamayabiliyor insan hayatta. Senin bu konuda biraz daha yumuşaman gerekiyor. Tabii ki özgüvenli büyüdün. Kendini yetiştirme sistemin ve ailenin güvenini kazanmış olman, o özgüven çok güzel. İnşallah bunu doğru yerlerde kullanırsın, ki şu ana kadar öyle. Bunlar sadece tedirginliklerim.
Z.Ç.: Hangi taraflarımı kendine, hangi taraflarımı babama benzetiyorsun?
H.A.: Çabuk sinirlenip hemen tekrar sakinleşiyor olmanı babana benzetiyorum. Senin bir tarafında Karadeniz kanı var, bir tarafında Kürtlük... (Gülüyor)
"KAYA, MUHTEŞEM BİR BABA"
Z.Ç.: Peki babama (Kaya Çilingiroğlu) çok aşık mıydın eskiden?
H.A.: Aaa! Eskiden... (Gülüyor) Ne biliyorsun belki yeniden de... (Gülüyor) Allah Allah... Niye beni öyle şartlıyorsun, onu anlamadım. (Gülüyor) Çok aşık oldum. Gerçekten bana göre karizmasıyla, giyimiyle, kültürüyle, her şeyiyle... Babana her zaman hayranlığım devam ediyor. Tabii evlenince ve çocuk sahibi olunca genelde aşk olarak kalmıyor ama benim için çok özel bir insan. O yüzden şu anda aşk yine var ama arkadaşça, dostça bir aşk...
Z.Ç.: Başka bir boyuta evrildi aşkın demek... Sence babam nasıl bir baba, iyi bir baba mı?
H.A.: Muhteşem bir baba kesinlikle...
Z.Ç.: Bence de...
H.A.: Çok eğlenceli. Size verdikleri, kardeşin Kaya'ya verdikleri çok önemli şeyler var bu hayatta. Bir kere toplumda nasıl davranılması gerektiğini bilerek büyüyorsunuz. Dolayısıyla baban donanımlı bir şekilde büyümenize sebep oldu. Ben de baban bu görevi üstlendiği için uzaktan seyrederek işin başka taraflarını ele aldım.
"ÜN BENİ KULLANAMADI, BEN ÜNÜ ARAÇ OLARAK KULLANDIM"
Z.Ç.: Yaşamı kaçırdığını hiç düşündün mü?
H.A.: Yaşam benden kaçamadı çünkü bu kadar çeşitlilik arasında önceliklerimi hep sıraladım hayatta. Evliyken de, çocuk olduktan sonra da önceliğim hep aile oldu. Çünkü sevgisiz ve ilgisiz ortamda büyüyen çocuklar pimi çekilmiş bomba gibi oluyor, gelecekte seni mutsuz ediyor. Mesleğim inan hep üçüncü, dördüncü sırada oldu. Böylelikle de her şeyi yaşamış oldum. Eğer mesleğimin hırsıyla yaşasaydım hayatı kaçırmış olacaktım; çocuğumla istediklerimi yaşayamayacak, aile ortamını kuramayacaktım. Önceliklerim evladım, ailem ve özel yaşantım olmuştur her zaman. Sporumu da yaptım, aşk da yaşadım, evlendim de, çocuğumu da yaptım. Ün beni hiçbir zaman kullanamadı; ben hep ünü araç olarak kullandım. O açıdan doya doya yaşadığımı düşünüyorum. Bir de çok küçük, sade, gösterişsiz ve başkaları için değil kendin için yaşamak çok önemli. O yüzden hayat beni hiç zorlamadı. "Ay şunu giyeyim, şunu takayım" diye uğraşmadığım için çok da kolay yaşadım. Yaşamaya da devam ediyorum.
"ÇOK OLGUNDUN, BENİM ŞÖHRETİMDEN ETKİLENMEDEN BÜYÜDÜN"
Z.Ç.: Benim senden farklı olmam seni korkutuyor muydu yoksa rahatlatıyor muydu?
H.A.: Hayata bakış açımız farklı, senin attığın adımlar daha farklı. Bu da çok normal, jenerasyon farkı. Bence biz babanla en çok şunu başarmışız: Bizim etkimiz altında kalmadan büyüdün. Benim ünlü biri olmam seni çok etkilemedi. Bunu seninle hep açık açık konuştum; katiyen bu konuda eziklik hissetmeyeceksin diye. O ünün sana verdiği bir sürü güzel şey de var. Sen bu güzel tarafları görüp en iyi şekilde kullanmalıydın. Sen bunu ben söylemesem de yapardın, o kadar olgun karşılıyorsun ki her şeyi... Ünlü anne-baba çocuğu olmak zor bir şey. Sen bunu çok güzel atlattın.
"SANA EN ÇOK OKUMA-YAZMAYI GEÇ ÖĞRENDİĞİNDE KIZDIM"
Z.Ç.: Bana en çok ne zaman kızdın?
H.A.: Okuma yazmayı en geç sen öğrenmiştin. İlkokulda...
Z.Ç.: Aa evet! Ona inanılmaz kızmıştın. Çünkü korkmuştun herhalde, "neden öğrenemiyor" diye.
H.A.: "Ne oluyor?" dedim. Sonra da başarı kurdeleleri almaya başladın ama seni o an biraz sarstığımı düşünüyorum.