Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Sığ siyasetin fırtınaları bardaktaki suyu dalgalandırır

Eğer dünyadaki tek ülkenin Türkiye olduğunu düşünür ve olup biten olumsuz her şeyin Türkiye'yi hedef aldığına ya da bunların Türkiye'de bugün izlenen yanlış siyasetten kaynaklandığına inanırsanız, işiniz kolaydır. Okumanıza, öğrenmenize, yurt ve dünya olaylarını izlemenize gerek yoktur.
Bu rahatlığınızın rüzgârında siyaset de yapabilirsiniz...
"Tarih" sizin için olsa olsa geçen yılı ve hatta geçen haftayı içeren bir zaman süresini ifade ettiği için, kurusıkı atarak bugünü sürekli yanlış yorumlarsınız... Ve sonunda her şeyi mevcut iktidarın varlığına ve yokluğuna bağlarsınız. Çünkü yaşanan büyük değişimin ve hem yurtta hem de dünyada gerçekleşen yeniden yapılanmanın farkında bile değilsinizdir...

Gecikmeli algılamalar

Bugün bu tür siyasetçileri "Tayyip Erdoğan olmasın da ne olursa olsun" içerikli söylemleri ile teşhis edebiliyoruz... Aynı durumu 1980'lerde de "Turgut Özal olmasın ne olursa olsun" diyenlerin söylemlerinde izlemez miydik?
Bunlar Sovyet İmparatorluğu'nun çöküp dağılmasını da, Komünist Çin'in dünya kapitalizmi ile entegre olmasını da, ABD'de bir siyah derilinin Başkan seçilmesini de, Demir Perde ülkelerinin Avrupa Birliği'ne katılmalarını da gecikerek intikal ettiler... "Artık silahların yerine siyaset konuşsun" diyen Abdullah Öcalan yeni dünyanın neler getirdiğini anladı ama bunlar anlamadı... Bunlar "Kürt Realitesi"ne 21'inci yüzyılda da 1930'ların söylemleri ile ve "Bölücülük" fobisi ile bakmayı sürdürmediler mi?

Tek dürtüleri var...

Bunların CHP'deki uzantıları Cumhurbaşkanı adaylarını Sosyalist Enternasyonal içinde değil de İslam Ülkeleri Teşkilatı içinde ararlarken, geçmişte uygulanan radikal laisizmin ve ideolojik devlet modelinin özeleştirisini yapmayı düşünselerdi bu olumlu bir gelişmeyi ifade ederdi... Ama onlar için "Tayyip Erdoğan olmasın da ne olursa olsun" takıntısı bu arayışlarının da tek dürtüsü...
Onlara göre Türkiye'nin miladı 1923 ve her şeyin başlangıcı Cumhuriyet ve devrimler değil mi?
Arşivleri karıştırırken karşıma Şükrü Hanioğlu'nun 2006'da yazdığı bir makale çıktı... Her şeyi bugünden ibaret sanan söz konusu kesim belki okur ve saplantılı bilinçlerini tedavi eder ümidiyle Hanioğlu'nun bu makalesinden bir bölümü aktarıyorum:

Her şey sıfırdan mı başladı?
"- Daha sonra 'Atatürk devrimleri' olarak adlandırılacak toplumsal dönüşüm projelerinin hemen hepsi II. Meşrutiyet Dönemi'nde uzun uzadıya tartışılmıştı ve bunların pek çoğu Kılıçzâde Hakkı Bey'in 1913'te 'İctihad' mecmuasında yayınlanan ünlü plânında detaylara inen (meselâ tekke ve zâviyelerin kapatılması, medreselerin ilga edilerek yerlerine üniversite ve teknik okullar açılması, fesin 'kâmilen def' edilerek yerine 'yeni bir serpuş-i millî kabul' edilmesi) bir program haline getirilmişlerdi. Mustafa Kemal Atatürk bu dönüşüm projelerinin yaratıcısı değildi; ama herkesin ütopik olarak yorumladığı bu düşüncelere kendi şahsî yorumlarını da ekleyerek bir siyasî program haline getiren ve uygulayan bir devlet kurucusu idi."
Ne diyebiliriz ki? Kişilere takıntılı ve bakar görmezliğe dayalı bir siyaset anlayışı ile birlikte yaşamak, adeta bir siyasi kader bizim için... Bereket halkın sağduyusu tüm ağırlığı ile artık iyice devrede... "Vesayetçi kurumlar" birer birer buharlaşıyor. Şimdi bu tür kurumların kalıntıları ile halk arasında bir iktidar mücadelesi var. Sonuçta egemenlik gerçekten milletin miymiş, göreceğiz.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA