Son zamanlarda sokakta yürürken dikkat ettiniz mi? Artık yeni sezondan pırıl pırıl mağaza vitrinleri yerine, anneannemizin dolabından çıkmış gibi duran parçalar daha çok göze çarpıyor. Puantiyeli elbiseler, patchwork ceketler, kahverengi pantolon kombinleri... Kısacası 'eski' olan, şimdinin en yeni trendi.
Pinterest'in 2025 Sonbahar Trend Raporu da bunu doğruluyor. Rakamlar inanılmaz: "Kadınların preppy yani sade ve zarif kıyafetler" aramaları artmış. "Kahverengi pantolon kombinleri de yükselişte. Üstelik vintage saatler ve patchwork parçalar da hızla popülerleşiyor. Demek ki sadece moda haftalarının podyumları değil, arama motorlarının verileri de aynı şeyi söylüyor: Gençler vintage'a, ikinci ele, hikâyesi olan kıyafetlere koşuyor.
Peki neden? Çünkü Z kuşağı tüketim konusunda seleflerinden biraz farklı düşünüyor. Onlar için giyinmek sadece 'şık olmak' değil, aynı zamanda bir duruş. Hızlı tüketim kültürüne karşı bir başkaldırı gibi.

İkinci el mağazadan alınmış bir ceket, yalnızca sürdürülebilirlik değil, aynı zamanda "Ben farklıyım" demenin yolu. Bir vintage saat kolunda taşımak ise hem geçmişe selam vermek hem de bugüne değer katmak.
Bence bu trendin en güzel tarafı şu: Moda, artık sadece markaların bize dayattığı bir şey olmaktan çıkıyor. Gençler kendi tarzlarını geçmişten parçalarla yeniden yazıyor. Kimi zaman annesinin eski çantasını alıyor, kimi zaman bir bit pazarında tesadüfen karşılaştığı bir ceketi. Her parça, sahibine özel, kişisel bir hikâye taşıyor. Kısacası, Z kuşağı şunu söylüyor: "Moda gelip geçer, ama stilin bir ruhu olmalı."
GENÇLİK BİR HAYAL Mİ YOKSA HÜCRESEL BİR GERÇEK Mİ?
Türk sosyetesi Şirin Talbot'un peşinde ama ne randevu alabilmek mümkün ne de onun sisteminin içine kolayca dahil olabilmek. Ama bu beni durdurur mu? Elbette hayır! Tüm yolları denedim, tüm sempatikliğimi kullandım ve sonunda kendisiyle Bodrum'da buluştum.
Cemiyet hayatının kadınları artık yaşlanmıyor. Ne ameliyat masasına yatıyorlar ne de kliniklere kapanıp aylarını harcıyorlar.
Şirin'den randevuyu koparabilen şimdilik sadece bir avuç insan var. Ve o isimleri ben biliyorum... Çünkü değişimlerine birebir şahit oldum. Miami'deki merkezinde saç telinizden kan değerlerinize kadar tüm sisteminizi test ediyorlar. Yani bu bir güzellik programı değil, hücresel bir yeniden yapılanma.
Şirin Talbot, kurucusu olduğu merkezin aracılığıyla "Biyolojik yaşını 13 yıl geriye aldığını" söylüyor.

Kulağa bilim kurgu gibi gelse de, onun deneyimi sadece estetikten ibaret değil. Anlattığına göre bu bir hücresel dönüşüm; yani yaşlanmanın sadece yüzümüzdeki çizgilerle değil, hücrelerimizin sağlığıyla da ilişkili olduğunu kanıtlayan bir süreç.
Bilim dünyasında son yıllarda büyük bir ilgi gören bu yaklaşım, biyolojik saati yavaşlatmayı ya da geriye çevirmeyi hedefliyor. Talbot'un da üzerinde durduğu gibi mesele yalnızca daha genç görünmek değil; aynı zamanda uzun vadede daha sağlıklı, daha enerjik bir beden yaratmak.
Ama elbette akla hemen şu soru geliyor: Gerçekten mümkün mü? Bazı bilimsel araştırmalar, yaşam tarzı değişikliklerinin ve gelişmiş biyoteknolojik uygulamaların hücresel yaşlanmayı yavaşlatabileceğini gösteriyor. Ancak "13 yıl geriye dönüş" iddiası hâlâ tartışmaya açık.
Yine de ortada bir gerçek var:
Cemiyet hayatının kadınları artık zamanı durdurmayı öğreniyor. Belki de gençlik, sadece aynaya baktığımızda gördüğümüz şey değildir. Gençlik; hücrelerimizin dinamizmi, kalbimizin gücü ve ruhumuzun ışığıdır.
Peki sizce? Gençliği satın almak mı gerekir, yoksa onu hücrelerimizde yeniden inşa etmek mi?
MİNİ BARLARIN DEĞİŞEN YÜZÜ
Geçmişte lüks otellerin konforu daha çok mini barların çeşitliliği ve ikramların kalitesi üzerinden ölçülürdü. Bir odadaki doluluk, hangi içeceklerin ücretsiz olduğu ya da ekstra lezzetli atıştırmalıklar, misafirler için küçük ama önemli bir prestij unsuruydu. Bugün ise aynı heyecanı yüz maskeleri, serumlar, kişisel bakım ürünleri ve otelin içine entegre edilmiş güzellik klinikleri yaratıyor. Konuklar sadece konaklama değil, aynı zamanda gençleşme ve kişisel bakım deneyimi de satın alıyor. Artık trend şu soruya kaymış durumda:

"Otelin hangi restoranı var?" yerine "Otelin içinde hangi doktorun kliniği var, hangi güzellik uzmanı çalışıyor?" deniyor. Bu değişim, küresel elitler ve zenginler için lüksün artık sadece tüketmek değil, kendini yenilemek ve 'kusursuz görünmek' üzerinden tanımlandığını gösteriyor. Lüks oteller, birer wellness & beauty destinasyonu haline geliyor.
YAZ BİTTİ ŞEHİR BAŞLIYOR
Her yazın sonunda aynı cümleler masalarda yankılanır: "Ah üç ay daha elimizde olsaydı..." Oysa yaz bitti, şehir hayatının kapıları yeniden açıldı. Deniz, güneş ve eğlenceyle geçen aylar yerini iş trafiğine, kalabalık sokaklara ve kredi kartı ekstrelerine bırakıyor.
Neden bu kadar abartıyoruz yazı? Belki de sorulması gereken asıl soru bu. Her duyguyu fazlasıyla yaşıyoruz; aşklar, dostluklar, geceler... Hepsi yazın ayrı bir coşkusuyla geliyor. Sonra şehre dönüş başlıyor.
Trafikte söylenmeler, iş yerinde motivasyonsuzluk, evlerde sessizlik... Ve o çok tanıdık hayıflanma:
"Allah'ım kredi kartım patlamış, şimdi ne yapacağım?" Eylül geldiğinde yaz aşklarının hesabı yapılır, alınan kararlar değişir, insanlar içlerine kapanır.

Şehirde eğlence, hiçbir zaman yazlık yerlerin hafifliğini vermez. Bu yüzden buhran başlar, depresyon konuşulur. Sosyal medyada herkes birbirinin hayatına karışır. Yazın üzeri örtülen konular, eylülde yeniden masaya yatırılır. Ama bu aslında insan doğasıyla ilgili. Kimse şehir hayatını çok da sevmiyor. Seviyorum diyen biraz kendini kandırıyor. Çünkü büyük şehirde yaşamak, büyük sorumluluklar demek. Ve biz çoğu zaman o yükün altında eziliyoruz. Bu yüzden herkesin bir "B planı" hazır: Kasabalara, köylere yerleşmek, tek katlı evler yapmak, uzaktan çalışmak... Daha sakin bir yaşam arayışı artık bir lüks değil, bir ihtiyaç.
Yine de hiçbir yer bir Bodrum, Çeşme, Ege ya da Akdeniz gibi olmayacak.
Yunan sahillerinin hafifliğini de şehirde bulamayacağız. Çünkü şehir kuralı basit:
Kalabalık arttıkça sinirler gerilecek, gerginlik başlayacak, insanlar birbirine sataşacak. Şimdi o günlere dönüyoruz.
Hazır olun. Yaz bitti, şehrin gerilimi başlıyor.