Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ADNAN BOYNUKARA

Meseleyi çözerek büyüme

Çözüm süreci ve Öcalan'ın 21 Mart açıklamasıyla birlikte Türkiye'nin önemli bir dönemece girdiği açık. Bu sürecin sonu; "Büyük Türkiye". Çünkü temel sorunlardan birisi olan Kürt meselesi çözülürse, bundan sonrası için Türkiye'yi sınırlamak ve engellemek kolay olmayacak.

Aslında ne zaman bölündük?

29 Nisan 1916; bugünkü Irak sınırları içinde yer alan toprakları işgal eden İngilizlerin, Osmanlının bölge aşiretlerinden oluşturduğu ordu karşısında, Kut'ül Ammare'de bozguna uğradığı tarihtir. Bozguna uğrayan ve yenilen İngilizler, 16 Mayıs 1916'da Fransa ile birlikte hareket ederek Orta Doğu topraklarını paylaşmak üzere gizli bir antlaşma imzaladılar. Rusya'nın onayı ile hayata geçirilen bu gizli antlaşma, Sykes-Picot Antlaşması olarak kayıtlara geçer. İşte süreç içinde hayata geçirilen Sykes-Picot Antlaşması, coğrafyamızın bölünme vesikasıdır!
Çözüm sürecine karşı çıkan ulusalcı ve milliyetçi kesimlerin kimi tehdit ifadeleri bir kenara bırakılırsa, dile getirdikleri temel konu, "Türkiye'nin bölünmeye" götürüldüğüne ilişkin iddiadır. Bu çevrelerin görmediği şey, bölünmenin risk olmaktan çıktığı, gerçek bölünmenin 1916 itibariyle yaşandığı ve sığınılan 'son kale Anadolu'nun' bölünme riskinin olmadığıdır! Bu noktadan süreç analiz edildiğinde; korku tacirlerinin emperyalistlerce dayatılan bölünmenin devamından yana pozisyon aldıkları açıkça görülür.
Cumhuriyet tarihiyle yaşıt olan bölünme argümanının, devletin demokratik dönüşümünün sınırlanması ve sivil siyasetin kontrol edilmesi için kullanıldığı açık. Bölünme korkusu üzerinden üretilen içe kapanma, statükoya teslim olma, sivil siyaseti yok sayma, bürokratik elitleri yüceltme ve toplumun tüm unsurlarını farklı düşmanlar olarak konumlandırma gibi sonuçlar eski Türkiye'nin temel refleksleridir. Bu, oluşturduğu baskıcı ortamla birlikte konuşmayı ve tartışmayı da sınırlamaktadır. Bu nedenle olsa gerek ki, Sykes-Picot ile başlayan gerçek bölünmeyi bir türlü konuşamadık.

Yenilmeden kaybetmek ve gelecek perspektifini yitirmek

Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı ordusunun yenilmeden kaybettiği ve gelecek perspektifini yitirdiği bir savaştır. Toprak kaybı, zorunlu göç ve tehcir gibi olumsuz sonuçlarının yanı sıra, bu savaşın Türkiye üzerinde oluşturduğu en temel etki; sınırları korumanın yolu olarak vatandaşı tek tipleştirmeyi esas alan siyasal yaklaşımın karşılık bulması ve dolayısıyla 'halkın devleti' yerine, 'devletin halkı' prensibinin egemen kılınmasıdır. Birçok soruna ve hak ihlaline yol açan bu yaklaşımın doğurduğu en kanlı sonuç ise Kürt meselesidir.

Çözüm süreci, bölgesel denklemi değiştirmedir!
Başbakan Erdoğan'ın kararlılığıyla hayata geçirilen çözüm sürecini, Kürt meselesini çözmenin yanı sıra, bölgeyi tanzim eden Batılıların dayattığı çözümsüzlüğü aşma ve denklemi değiştirme çabası olarak da okumak lazım. Çünkü Kürt meselesini çözmeye yönelik bu süreç, Türkiye'nin doğal siyasal coğrafyasında yeniden yurtlanma, tanzim edici aktör olma ve yeni bir büyüme perspektifini hayata geçirme mücadelesi olarak okunabilir. Süreç, coğrafyamızın tanzimine soyunan aktörlere, "bu coğrafyada binlerce yıldır birlikte yaşayan bizler, siz olmadan meselemizi çözebiliriz" mesajıdır. Bu nedenle de ilgili aktörlerin süreç dışına itilmesi, yürütülen çabanın başarısıyla doğrudan ilgilidir.

Yeni perspektif

Dünya siyaset tarihine, dinamik perspektifle reflekslerini geliştiren devletlerin başarısına ve reflekslerinde statik olmayı tercih eden devletlerin çöküşüne ilişkin örneklerin tarihi demek yanlış olmaz. Bu genelleme kapsamında Türkiye'ye bakıldığında söylenecek şey şudur: Türkiye, işgal süreci sonrasında ve tüm zorluklara karşın kazanılan kurtuluş mücadelesi koşullarında oluşturulan sosyal-siyasal ve psikolojik perspektif ile yoluna devam edemez, etmemeli. İmparatorluğun yıkımı üzerine edinilen siyasal yaklaşım içe kapanmacıdır ve her meseleye güvenlikçi yaklaşımla bakmayı içerir. Bunun ise çıkar yol olmadığını tecrübe ederek gördük. Çözüm; binlerce yıllık devlet geleneğine vurgu yaparak övünmek değil, tecrübelerimizden gerekli dersleri çıkarıp bu geleneği hayata geçirmektir. Birçok devletin ekonomik, sosyal ve siyasal krizlerle boğuştuğu bir dönemde Türkiye'ye düşen; kuşatıcı, özgüven sahibi ve aktör olma iddiasına uygun davranmaktır. İşte şu an yapılmak istenen de tam olarak budur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA