Eskiden Antalya'da kırık-çıkık söz konusu olduğunda, ilk akla gelen 'Parlamento' lakabı ile tanınan ve ailesi göçler sonucu Girit'ten gelmiş 1901 doğumlu Mustafa Bekâr olurdu. Bu konuyu sekiz yıl kadar önce de yazmıştım. Okuyucularımın bazıları unutmuş olmalılar ki benden ısrarla Parlamento'yu yazmamı isteyince, O'nu tekrar anlatmak bir görev oldu. Anlatılanlara bakılırsa, Parlamento'nun lakabı babası Ahmet Bekâr'dan geliyor. Babası işgal sırasında İtalyanların kurduğu Halk Meclisi'nde görev almış. Bu lakap da oradan geliyormuş. Bu lakap da sonradan oğluna, yani Mustafa Bekâr'a geçmiş. Antalya'da birisinin herhangi bir yeri kırılsa, çıksa ve ayağı bertilse (burkulsa) hemen ona koşardı. Parlamento yaz aylarında Bademağacı köyünde oturur; cuma günleri kente inerek Şarampol Kahvesi'nde hasta kabul ederdi. Özellikle onarılamayacak kırıklar bile, bayatlamış balıkla sardığında kısa sürede iyileşirdi. Parlamento Mustafa'yı Antalya'da yedisinden yetmişine tanımayan yoktu. Uçak kazasında ayakları felç olmuş halde Bademağacı'na gelen pilot yüzbaşıyı bir ay gibi kısa bir zaman içinde yürüyerek köyden gönderince o yıllarda Parlamento'nun ünü Antalya'nın sınırlarını aşıyor. 2003 yılında ölen Mustafa Bekâr'ın görevini bugün el verdiği çırağı Hurşit Gerçek sürdürüyor.
O'NU HERKES TANIRDI
Parlamento, her gün kendi işini gücünü bırakarak yalnız baba vasiyetini yerine getirmek, insanlara faydalı olmak için çıkıklar, kırıklar yüzünden acı çekenlerin yardımına koşardı. Giritli göçmenlerin iskan edildiği Şarampol'de oturur; oradaki büyük çınarlı kahvede ne zaman arasanız bulurdunuz. Ününe ün katan iyileştirme hikâyeleri, o zamanlar Antalya'nın sınırlarını çoktan aştığı için kendisine Parlamento lakabı takılmıştı. Parlamento, tam bir halk hekimi idi. Hatta 'halk hekimi' deyimi onun kırık çıkıkçılık konusunda bilgi ve becerisi yanında çok hafif kalırdı. Çocukluğumda onun hakkında anlatılan hikâyelerden birisi de şöyleydi: Bir gün, sol bacağı zift gibi kararmış ve şişmiş bir adamı ona götürdüler. Bacağını çobanlık yaparken kırmış; ailesi onu, Antalya Devlet Hastanesi'ne götürmüştü. Doktorlar gereken müdahaleyi yaptıktan sonra ayağı alçı içine almışlardı. Alçının sökülme zamanı gelip, açılınca bacakta kangren başladığını anlaşıldı. Doktor bacağının kesilmesi gerektiğini söyleyince, bir yolunu bulup hastaneden kaçmıştı. Parlamento'nun sihirli parmakları kararmaya yüz tutan bacakta bir süre dolaştı. Sonra yarı kaynayan kemikleri, hastanın bayılmasına aldırmadan, yeniden kırdı. Kırıkları birbirine ekledi. Kendi bildiği gibi sardı. Sonra baygını ayılttı. 15 gün kendi evinde baktı. İki bacağı üstünde yürüterek sokağa saldı.
HALKIN SEVGİSİ
Adam, tedavi parası olarak ona yalnızca hayır duası etti ve soluğu başhekimin karşısında aldı. İşte o zaman kızılca kıyamet koptu. Başhekim, Parlamento'yu savcılığa şikayet etti. Halkın sevgisini kazanmış Parlamento'nun hapse girmesine gönlü razı olmayan savcı bu şikayeti delil yetersizliği gerekçe göstererek işleme koymadı. Parlamento'ya muhakkak ağır bir ceza verilmesinden yana olan Başhekim, bu kez bir hileye başvurdu. İşte bu Parlamento'nun hapse atılış öyküsü halk arasında dilden dile şöyle anlatılır: "O gün Parlamento yazladığı Bademağacı'ndan kente inmiş; kahvedeki her zamanki yerinde oturuyordu. Başhekimin adamları, dağda sağ olarak yakaladıkları ceylanı getirdiler. Kucakta getirilen yavru ceylanı gören Parlamento, ön ayaklarından birinin kırık olduğunu hemen fark etti. Ceylanın kocaman gözlerinde kırık ayağındaki acı ve doktordan korkan bir çocuk çekincesi vardı. Parlamento bir küçük çocuğa bakar gibi ve okşarcasına kırık kemikleri birbirine ekledi. Tahtalarla sardı.
POLİSLER BELİRDİ
'Bu iş bu bu kadar' der gibi, gülümseyerek doğrulurken; yanında iki polis ile bir bekçiyi görünce şaşırdı. Bunlar Şarampol Karakolu'nda görevli polislerdi. Sanki kendileri suç işlemişçesine mahcup ve üzgündüler. Polislerden biri: "Ne yapalım Parlamento!.. Çok üzgünüz ama emir kuluyuz" dedi. Parlamento, şöyle bir yavru ceylana ve sonra çevresindeki kalabalığa baktı. Sonra polislerin gözetiminde kahveden çıktı. Bu olaydan sonra hastalarını biraz gizlilik içinde kabul eder oldu."
PARLAMENTO VE BİR ANI
Bu tedavilerden birine, çocukluğumda mahallemizde ben de şahit olmuştum. Sanırım 1957 yılı idi. Antalya'daki resmi bir kuruluşa yeni tayin olmuş müdür komşumuzun hastalığı eski ve artık doktorların geçmez dediği, dizkapağı çıkığı yüzündendi. Altı ay kadar önce diz kapağı çıkınca; doktor doktor dolaşmış, bir türlü derdine çare bulamamıştı. Antalya Devlet Hastanesi'nde kontrol edilmiş; doktorlar ayak bileğini alçıya alıp "Yapılacak fazla bir şey kalmamış' diyerek sedye içinde evine göndermişlerdi. Tüm komşular meraktan adamın evine doluştuk. Herkes aralarında "Bunu hallederse Parlamento halleder" diye konuşuyordu. En sonunda komşulardan birisi adama Parlamento'dan söz açtı. Adam çaresizdi. İster istemez teklifi kabul etti. Ancak Parlamento'yu eve getirmek de kolay olmamıştı. Ne de olsa iyileştireceği kişi, devletin koskoca müdürü idi. Bir hükümet adamını tedavi etmekten korkuyordu. Fakat buna rağmen ısrarlara dayanamayarak gelmişti. Alçakgönüllü ve çekingen tavrı ile Parlamento bulunduğumuz odanın kapısında belirince, komşumuz Müdür Bey, onu şüpheli gözlerle süzdü. Parlamento, Müdür Bey'in yattığı somyaya doğru ilerledi. Şişmiş, morarmış dizine bakmadı bile. Gözleri havada, Müdür Bey'in diz kapağını parmakları ile hafifçe yokladı. Sonra hepimizi dışarı çıkardı. Biz dışarıda Müdür Bey'in bağırışlarını duymamak için adeta kulaklarımızı tıkadık. Fakat aradan beş dakika geçmemişti ki kapı açıldı. Müdür bey odadan bir şey olmamış gibi sapasağlam yürüyerek çıktı. Müdür Bey Parlamento'ya para vermek istedi. Kabul etmedi. O para almazdı. Eğer muhakkak bir şey vermek istiyorlarsa, onun sevabına, cami hayratına veya fakirlere verilmeliydi. Parlamento, mavi ispirto pansumanı tavsiye ederek çıkıp gitti. Bugün ne zaman yolum Şarampol'den geçse; ortopedi cerrahisi ve tedavisinin bugünkü gibi gelişmediği o yıllarda, insanlara tek kuruş almadan yardım eden Mustafa Bekâr'ı, yani Antalya'nın 'Parlamento'sunu hatırlarım.
BAYAT BALIK TEDAVİSİ
Antalyalılar onun hakkındaki görüşlerini açıklarken, "O Amerika'da olsa, serbestçe hastalarını tedavi eden, üniversitelerde kürsü sahibi olabilecek bir dâhi olurdu" derlerdi. Fakat Parlamento bu işi, yasalarda 'Halk Hekimliği'nin yeri olmadığı için gizli gizli yapardı ve karşılığında para da almazdı. Belki de biraz da bu nedenle olacak, halktan birinin bir yeri kırılsa, bir yeri çıksa hemen ona koşardı. Kendine özgü bir tedavi şekli vardı. Örneğin neredeyse kangren olmuş; doktorun kesilmesi gerektiğini söylediği bacağa sardığı bayatlamış balık tedavisi, hastanın ayağını kaybetmesini önlemişti.