- Türk sinemasındaki bu film yoğunluğunu, kirlilik olarak mı, yoksa gelişim olarak mı yorumluyorsunuz? - Ö.S: Bu iki şekilde de değerlendirilebilir. Bir yanıyla gelişme ve başarı, bir yanıyla kirlilik. Ama gelişme olması için bu kirliliğin yaşanması gerekiyor. Film sektörünün atığı çok fazla ama iyi bir şey üretmek için o fabrikaya o kadar da hammadde girmesi lazım. Bu kirlilik bunu yaratanlara da dersler veriyor. Bizde oturmuş bir sinema endüstrisi yok. Devletin politikaları arasında da sinema çok önemli değil. İnsanlar bireysel çabalarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor.
- Seyirci potansiyeli yeterli mi? - Ö.S: Bizde seyirci az çünkü, insanların henüz ihtiyaçları içinde değil güzel sanatlar. Yani, 'Sinemaya gitmezsem ben ölürüm,' diyen yok. İnsanlar geçinme derdinde. Bizim kültürümüz içinde resim ve resimle kendini anlatma bir tabu. İstanbul göbeği Eminönü'ndeki Yeni Camii'nin hoparlörlerinden, 'Resim girenin evine melek girmez,' vaazlarının duyulduğu oldu. Resimle derdini anlatmak isteyen insanlara nasıl ilgi olsun bu ortamda? Televizyonun sinemaya yeni yüzler kazandırmak, teknik kadro kazandırmak adına çok ciddi katkısı olduğunu düşünüyorum. Ama evinden çıkmadan televizyon seyretmeyi tercih edenlerin sayısını da arttırıyor.