OYUNCULUĞA ZORUNLULUKTAN BAŞLADIM
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nin bahçesinde buluştuğumuz zaman, öyle 'büyük oyuncu' tavırlarına pek de yüz vermediğini de gördük. Merkezin bahçesindeki bankın kenarına ilişip "Burada konuşalım," demesi, zaten bazı şeylere çok özel anlam yüklememesinin bir göstergesiydi... Hatırlayın; oyunculuk mesleğine biraz zorunluluktan başladığını, İstanbul Film Festivali'nde Sinema Onur Ödülü alırken anlattı: "Babam öldü. Çalışmak zorundaydım. O sırada ablam, 'Bir oyunda hizmetçi kız rolü var. Oynar mısın?' dedi. O gün bugündür oynuyorum. Bu işin okulunu okumadım ama işi ustalarından öğrendim." Zorunluluktan da olsa oyunculuğunu billurlaştırmayı bildi. Zaten tarzı bir ekol olarak anılıyor artık. Sinema Onur Ödülü'nü ve vizyondaki son filmi Pazarları Hiç Sevmem'i bahane edip, 50 yıla kısa bir dalış yaptık.
- Oyunculuğa zorunluluktan başlasanız da, ustalar arasına girmeyi başardınız.
- Bazı insanlar mükemmelletçidir. Bunun için usta olurlar. Evet, oyunculuğa zorunluluktan başladım. Ama 'Madem ki bu işi yapıyorum, en iyisini yapmalıyım,' dedim kendi kendime. Yıllar boyunca da bunun için çaba gösterdim. Badanacı da olabilirdim. Ki olsaydım, o işin de en iyisi olmak için çaba gösterirdim. Tiyatroya 1962'de başladım, sinemaya 1970'lerde. Ben bu işi yapıyorsam, ilk beşte olmak zorundaydım zaten. Yoksa kimse bana iş vermezdi. Ustalığı, şunu bunu kimse takmaz. Sen işini iyi yaparsan, verilen rolü iyi oynarsan, bir sonraki filmde de seni tercih ederler.
- Peki yolunuz Ertem Eğilmez ile nasıl kesişti?
- Öyle gidip iş istemedim. Ertem Eğilmez bir oyuncu arıyormuş. Ablam da orada çalışıyordu. Benden bahsetmiş, ben de gittim böylece o ekibin içerisine girdim.
- Siz o dönemde, bugün klasik olarak kabul edilen filmlerde oynadınız. O filmlerin bu kadar güçlü olmasının sebebi neydi?
- Ertem Eğilmez'di. Her şeyi o belirlerdi. Filmin dramatolojisini, oyuncusunu, figürasyonunu, kamera açılarını, diyalogları hep önceden planlardı. Şimdi olduğu gibi işi şansa bırakmıyordu. Zaten sinema, tesadüfe bırakılacak bir iş değil.
- O filmleri çekerken yıllar yılı ilgi göreceği öngörülebiliyor muydu?
- Açıkçası benim öyle bir öngörüm yoktu. Belki Ertem Ağabey tahmin etmiştir. Ama biz o filmlerin kuşaktan kuşağa ilgi göreceğini çok düşünmedik.
- Nedir sizce o filmlerin sırrı?
- Basit ve halktan olmaları. Galiba herkes kendi hayatından bir şey buluyor o filmlerde. Biz çocuk bir halkız, büyümüyoruz bir türlü. Mesela çocuklara masal anlatırsanız, masalın bir kelimesini değiştiremezsiniz. İlk gün ne anlattıysanız, hep aynısını anlatmanız gerekir. Yoksa hemen itiraz eder. Bu filmler de masal gibi. Mesela Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü? diye bir film çektik. Çok da ilgi görmedi, neden? Çünkü ezber bozuyor film. Sizi düşünmeye çağırıyor. Ama biz masala alıştığımız için bu tür yapımlara yüz vermiyoruz işte.
ADİLE NAŞİT SEVECEN BİR İNSANDI
- Siz yıllarca Adile Naşit'le birlikte çalıştınız. Nasıl bir insandı?
- İşini seven, akıllı, çocukla çocuk, büyükle büyük olan çok sevecen bir kadındı.
- Günlük hayatta insanlar sizi görünce nasıl tepkiler veriyor?
- Ben halktan kaçmam. Kaçsaydım zaten o insanları oynayamazdım. Normal bir insan gibi pazara da giderim, bankaya da gider sıraya girerim. Beni görünce mesela pazar torbasını taşımak isteyen çıkıyor. Ya da bankada sırasını veren oluyor.
-Sizin kuşaktan tiyatroyla bağlarını koparmayan ender oyunculardansınız.
- Valla tiyatroyu seviyorum, tiyatro da beni seviyor. Neden kopayım? Hem zevk aldığım bir işi yapıyorum hem de para kazanıyorum.
- Sizi genellikle yan rollerde izledik. Ama o rolleri öyle yorumladınız ki, filmler sizinle anılır oldu.
- Sinema kollektif bir iş. Başrol, yan rol gibi bir ayrım olmaz. Kimse de kendini ön plana çıkarmaz. Ama yaptıklarınız insanlara daha etkileyici gelebilir. O biraz algıyla ilgidir bence. Mesela yılllar önce bir film izlemiştim Yukardakiler Aşağıdakiler diye. Oradan bir hizmetçi kadın kaldı aklımda. Toplasanız iki dakika rolü vardı. Ama hâlâ unutamam. Filmle ilgili başka bir şey de hatılamıyorum. Bu biraz böyle galiba.
- İstanbul Film Festivali'nden aldığınız Sinema Onur Ödülü sizi mutlu etti mi?
- İnsanlar yaşarken onore edilmeli. Öldükten sonra değil. Ekrem Bora vefat etti, göçtü gitti. Herkes çok üzüldü. Ama acaba Ekrem Bora yaşarken, kapısını çalıp ne istediğini soran var mıydı? İnsanlara yaşarken değer gösterilmeli diye düşünüyorum. İstanbul Film Festivali'nin verdiği ödüle de sevindim.