Tuna
nehrinin iki yakasına kurulu Buda ve Peşte; biri nehri kuşbakışı süzen heyecanlı tepeler boyunca uzanıyor, diğeriyse sukünetle uzanan pürüzsüz bir düzlükten ibaret. 1849 yılında yapılan
Zincirli Köprü (Szechenyi-Lanchid) ile birleşen iki yaka zaman içinde tek bir bünyede birleşip Budapeşte olarak tarihteki yerini alıyor. Ama galiba bu iki farklı ruh halinden sıyrılamıyor şehir bir türlü. Biraz Doğulu, biraz Batılı... Biraz geleneksel, biraz modern... Biraz romantik, biraz melankolik... Biraz hassas, biraz hırçın... Biraz lüks, biraz mütevazi... Kendilerini 'arafta kalmış' buluyor Budapeşteliler. Buna Macar kanı taşımanın ruhsal mirası da eklenince, hassas ve incinmiş insanlarla dolu bir mekanda olduğunuzu hissettiriyorlar size hemen. Ne de olsa tarih boyu kendi topraklarında kendi kendilerine kalamamış bir millet Macarlar. Önce Osmanlı gelmiş yönetmiş onları. Ardından Habsburglar, sonrasında Hitler ve en son da Sovyetler. Bu yüzden olsa gerek, kırılgan bir hava esiyor sanki şehirde. Ve bu havadır ki Budapeşte'de geçirdiğiniz süreyi diğer tatil gezilerinizden farklı kılıyor. Turist hırçınlığını bir kenara bırakıp zerafetle gezmek gerekiyor sanki bu şehri. Tüketerek değil de bir bir yaşayarak, tadına vararak her mekanın. Öyle 'gidilecek yerleryapılacak etkinlikler-yenecek yemekler' listeleriyle falan değil, bir Budapeşteli gibi aheste revan dolaşasınız geliyor sokaklarında.
ÖNCE YEMEK SONRA MÜZE
Aşağıdaki kafelerde değil de, illa ki adamakıllı bir restoranda Macar yemeklerini tatmak isterseniz durağınız
Gundel olmalı. Ne de olsa şehri ziyaret eden devlet erkanı da burada ağırlanıyor. Burada yiyeceğiniz leziz mi leziz bir öğle yemeği üstüne bir de ruhunuzu doyurmak isterseniz, restoranın bulunduğu
Kahramanlar Meydanı'nın iki yanını mühürleyen
Modern Sanat Müzesi ve
Güzel Sanatlar Müzesi'ne uğrayabilirsiniz. Ve son olarak alışveriş yapmadan eve dönülür mü? Budapeşte'te yapacağınız alışveriş de 'iki ruhlu' olacak, şaşırmayın. Bir yanda nesillerdir üretilen, saray sofralarını süslemiş Herend porselenleri, diğer yanda modern tasarım ürünleriyle genç tasarımcılar. Sevdikleriniz için seçtiğiniz hediyeliklerinizi paketletip Budapeşte'ye veda edebilirsiniz. Elbet ruhunuzun yarısını bu şehirde bırakarak...
MEKANLARDAN MEKAN BEĞENİN
Kafelerinde uzun uzun oturup, keyif çatmaktan alıkoyamıyorsunuz kendinizi. Zaten döndüğünüz her köşede yeni bir kafe karşılıyor sizi. Sanki restorandan çok kafe var gibi bu şehirde. Kahve kültürü Osmanlı'dan miras. Budapeşteliler, Paris ve Viyanalılardan 100 yıl kadar önce başlamış "Gönül sohbet ister, kahve bahane," demeye. Böylece birbirinden şık muhabbet mekanları yaratmışlar. Bu kafeler seneler boyu yazar ve şairlerin buluşma, tartışma, düşünme ve üretme yeri olarak arzıendam etmiş. Nitekim bunların içinde en süslü püslüsü olan
Hotel Boscolo'nun girişindeki
New York Cafe'nin açılışında bir yazar, hiçbir gün kapanmaması dileğiyle kafenin anahtarını alıp Tuna'ya atmış. Zamanla entelektüel çevreden halka inmiş, tabana yayılmış kahve keyfi.
Hotel Astoria'nın altındaki
Mirror Cafe,
Corinthia Hotel'in kafesi
Szamos,
Muvesz Kavehaz ve
Cafe Auguszt, Budapeştelilerin uğrak mekanları olmuş. Vörösmarty Meydanı'ndaki
Gerbeaud Cukraszda ise yıllar boyunca şehrin en ünlü kafesi unvanını rakiplerine kaptırmamakta kararlı kalmış. Bizim de size önerimiz Budapeşte kahve deneyiminizi bu kafeyle taçlandırmanız. Burada içeceğiniz sabah kahvenizin üstüne, şehrin ünlü yaya caddesi
Vaci Utca'yı boylu boyunca yürüyüp caddenin diğer ucunda hediyelik eşya ve yerel lezzetleri bulabileceğiniz dükkanlarıyla sizi bekleyen
Ana Pazar Yeri (Nagyvasarcsarnok) ile gezinizi tamamlayabilirsiniz. Bu uzun yürüyüş ertesinde
Cafe Central'de ülkenin alametifarikası gulaş çorbası ve kaz ciğerli leziz bir öğle yemeğini hakettiniz. "Kahveden bahsediyorduk, kaz ciğeri de nereden çıktı?" demeyin. Aslına bakarsanız Budapeşte'nin kafelerinin bir çoğu kahve kadar ve belki kahveden daha çok yemek menüleriyle öne çıkıyor. Bu sebeple olsa gerek, şehrin tarihi ve turistik mekanlarının her birinin yanıbaşına illa ki birkaç kafe kondurulmuş. Macaristan tarihini objeler, mobilyalar ve giysiler ile özetleyen, Beethoven'ın ölümünden sonra Lizst'e hediye edilen piyanoyu görebileceğiniz
Macar Ulusal Müzesi ziyaretinden önce karnınızı doyurmak için tavsiyemiz
Muzeum Kavehaz. Ünlü opera binasında izlenecek bir gösteri ertesinde ise muhakkak
Cafe Callas'ta bir yemek yenmeli. Büyükelçilik binaları ve dünya markalarının dükkanlarını barındıran ünlü caddesi Andrassy'de yapılan yürüyüş sonrası
Alexandra kitabevinin ikinci katındaki
Parizsi Nagyaruhaz'ın, Prenses Sissy'nin dans ettiği balo salonlarını hatırlatan mekanında kahve içmenin keyfi paha biçilemez.
DÜNYANIN BEŞİNCİ TERMAL SU KAYNAĞI
Hamam denince aklınıza bizim hamamlarımız gelmesin. Bizdekinden çok daha haşmetli ve alımlı binalar Budapeşte hamamları. Evet, hamam kültürünü de Macarlara Osmanlılar getirmiş, ama sanki onlar bunu bizden daha fazla içselleştirmeyi başarmış. Hem yerel halkın günlük hayatının bir parçası hem de turizmlerinin önemli bir kolu. Ne de olsa Macaristan dünyanın beşinci büyük termal su kaynağının sahibi. Şehrin görmeye değer hamamı ise Buda yakasındaki
Gellert Hotel'in hamamı. Hazır Buda yakasına geçmişken fünikülerle kale bölgesine çıkmayı unutmayın.
Macar Ulusal Galerisi ,
Kraliyet Sarayı, Ulusal Kütüphane, Budapeşte Tarih Müzesi ve 1895 yılında balıkçılar loncası için bir anıt olarak inşa edilen
Balıkçı Tabyası ziyaret edilecek yerler arasında. Tuna'nın kıyısını bembeyaz bir dantel örtü gibi süsleyen
Parlemento Binası'nın ve Tanrı'nın gücünü Budapeştelilere hissettirmekten geri kalmayan
Aziz Istvan Bazilikası'nın en güzel görüntüsüne de kale bölgesi hakim.