İtiraf ediyorum sevgili okur, benden beş yaş küçük erkek kardeşimle ben, kocaman çocuklar olana kadar birbirimizin gözünü oyduk. Oval yemek masasının etrafından birbirimizi kovalayıp dururduk da zavallı annemin başı dönerdi, bizi yakalayıp durdurana kadar. Ha, annem araya girmeye kalktığı zaman ikimiz de öbürüne laf söyletmezdi, canciğer kuzu sarması iki kardeşe dönüşürdük. Ama şimdi düşününce, pişman olacağım şeyler de yaptım kardeşime küçükken. Şimdi kardeşim ABD'de yaşıyor, en iyi ihtimalle yılda iki kez, 10'ar gün görebiliyorum onu. Ve çok özlüyorum. "Şimdiki aklım olsa birlikte yaşadığımız günlerin kıymetini bilirdim," diyorum hep. O yüzden de çocuklarımın, kardeşinin kıymetini bilmesini çok istiyorum. Düşünsenize, ne kadar şanslılar. Bir kız, bir erkek, ikiz kardeş onlar. Hayat boyu birbirlerinin en iyi arkadaşı olacaklar. Evet, belki birbirlerinin kıyafetlerini giyemeyecekler ama bir yandan farklılıklarından beslenecek, bir yandan da yaşıt iki kardeş olarak çok eğlenecekler. En azından ben öyle hayal ediyorum. Gerçekten de, daha 11 aylık oldukları halde birbirlerini çok sevdiklerini şimdiden görebiliyorum. Eğer kısa bir süre bile ayrı kaldılarsa, kavuşma anları harika oluyor. Biri diğerini gördüğü anda kıkır kıkır gülmeye başlıyor.
SEVGİ KELEBEĞİ VE AĞIR ABİ
Ancaaaak... Bazen canımı sıkan şeyler de olmuyor değil. Karakter özellikleri giderek belirginleşmeye başladı. Deniz uysal, yumuşak bir kız çocuğu olma yolunda. Canı sevilmek istediği zaman yere uzanıp yandan yandan bize bakıyor, ki gidip onun sırtını okşayalım diye. O derece sevgi kelebeği yani. Mehmet ise ağır abi. Isırma ve tokat atma gibi sevimsiz iki huy edindi mesela. Bunu bize de yapıyor, kardeşine de. Mesela ısırıyor, ısırdığı kişinin canının yandığını anlayınca muzır muzır sırıtıyor. İlgi çekme yöntemi olarak kullanıyor sanırım bunu. Uzmanlar böyle durumlarda olumsuz davranışı teşvik etmemek için tepki vermemeyi öneriyor. En iyisi ısırmasını ya da vurmasını engelleyip, tepki de vermemek galiba. Ama o küçücük dişler etine geçince insan tepkisiz kalmakta zorlanıyor, can haliyle küçük bir çığlık atıyorsun, o da bununla eğleniyor. Kıskançlık desen, Deniz'de de var. Bir oyuncaktan iki tane olsa bile, ikisi için de diğerinin elindeki kıymetli hep. Deniz, Mehmet'in elindeki oyuncağa göz diktiyse, genellikle ufak ufak yanaşıp fark ettirmeden onun elinden kapıyor. Mehmet ise direkt Osmanlı tokadını aşkederek yapıyor bunu. Ondan sonra seyreyleyin şamatayı. Deniz önce dudaklarını büzüyor, sonra da basıyor feryadı. Kız o kadar canhıraş ağlayınca bu kez Memo korkuyor, kendisi de çığlık çığlığa ağlamaya başlıyor. O sırada annem panik olup araya giriyor, Mehmet'in elindeki oyuncağı alıp Deniz'e vermeye çalışıyor. Bu sefer ben anneme müdahale ediyorum, "Pedagoglar 'Kardeşlerin ilişkisine karışmayın,' diyor, yapmaaa," diye. Derken kocam araya giriyor ve bana "Sakin ol, en kötüsü, çocukların senin agresif tavırlarına şahit olması," diye... Anlayacağınız bu ara Deniz, Mehmet'in 'delikanlı' ruhundan pek çekiyor. Ben de genel olarak karışmamaya çalışıyorum, ilişkileri kendi dengesini bulsun diye. Ama vurma ve ısırma huyundan oğlumu nasıl vazgeçireceğim, bilemiyorum. Tabii bu arada "Çocuğu çok baskılarsam, bu sefer de okula başlayınca diğer yaramaz çocuklardan dayak yiyebilir..." çelişkisi de yaşıyorum. Ay vallahi analık zor işmiş yahu. Yani bugünden okul çağını düşünerek hareket etmek... Tamam, kabul, abartıyorum! Ama hangi anne abartmıyor ki canııımm...