Takdir edersiniz ki, 'normal' olmayan bir dönem yaşıyoruz. Sevinelim mi, üzülelim mi, bilemiyorum... Yani, ağaçlardan elma, armut falan toplayan, yonttukları taşlarla geyik kovalayan atalarımızla karşılaştırıldığında, mesela biz yine bir atamızın icat ettiği televizyonda Osman Sınav yapımı bir Kılıç Ali'yi izleyebiliyoruz. Evet efendim, Kılıç Zamanı dizisi yapılmış, başroldeki arkadaşa, "Rolün hakkını ver," demişler, o 'ver' lafını 'vur' anlamış, öldürmüş... Hayır, mevzu o değil, ben Osman Sınav gibi mülayim görünümlü bir abimizden bu kadar acayip senaryoların nasıl çıktığı sorusunun peşindeyim... Atalarımız "Ben her bahar âşık olurum," diye şarkı yapıyordu, biz ise her sonbahar meftun oluyoruz. Her evlilik programı, her 'şov', her dizi bir önceki sezonu sollamak zorunda hissediyor kendini. Dolayısıyla n'oluyor? Yapımcımız yeni bir dizi mi yapacak, asistanına sesleniyor, "Dört arkadaş bulun! Bihter'e hep beraber tecavüz edilecek!" diyor, asistan da, "Ustam seslendi uzaktan, al dedi takımları," diyerek ortamı tecavüz için hazırlıyor... Sonra hep beraber medyada Fatmagül'ün yere yatırılması üzerine tartışmaya başlıyoruz... Ezel zaten 'uç' bir senaryoya sahipti, şimdi, "Toruna dedeyi öldürtelim mi, öldürtmeyelim mi?" kıvamına geldi. Konuyu Zuhal Topal'ın programında tribünde oturarak izdivaç kıyakçılığı yapan emlakçı beyefendi çözerse, hiç şaşırmayacağım. Evet efendim, sadece evlilik programlarında tribünde oturup saçma sapan müdahaleler yaparak da bir medya starı haline gelebilirsiniz bu memlekette... "Yakışmadılar, bence olmaz," ya da "Birbirlerinden elektrik alabilirlerse yatabilirler," gibi... Elektrik müesseselerinin ortama birer sayaç takmalarını şiddetle tavsiye ediyorum, buradan... Biz 'hop kültür' yazarları için ise tatlı bir heyecandır yeni televizyon sezonu... Gerçi benden başka konuyu 'hop kültür' diye tarif eden yok ama bir sürü 'hoppala!' yazar var memlekette. Bilinçsiz 'hoppala'lar!.. Misal, bir Mesut Yar arkadaşımız var, Survivor yarışmasının sonucu hakkında internette dolaşan dedikoduları ciddi ciddi yazdıktan sonra, yarışmacı İhsan'ın fanatikleri tarafından ölüm tehdidi aldığını ima edip kahramanca bir yazı bile döşendi. Sanki Ergenekon davası yazıyor! Yaşarken kendini 'basın şehidi' ilan edecekti az daha!.. Sahi, ben şöyle bir şey de düşünüyorum: Acun Ilıcalı bu Survivor'u güzel güzel Pearl Adaları'nda çekerken, Mesut Yar sonucu ilan ettikten sonra niye birden o adalardan 'Final Türkiye'de' anonsları gelmeye başladı ve neden ada konseyi acayip 'naylon' benzeri bitkilerden oluşan bir 'dekor'da çekildi? Her şey bir mizansene benziyordu... Her gece kutu açan ve buradan tavşan gibi reyting çıkaran bu arkadaşımızın güvenilirliğine halel getirmek istemem ama kendisi her geçen gün daha fazla kurgu gibi geliyor gözüme... Hayır, 1998'de Fransa'da oynanan ve aslında hiç bulunmadığı bir maçın yorumunu nasıl Kadıköy'den anlattığını dinlemiştik kendisinden, matah bir iş yapmış gibi kahkaha da atıyordu. Aslında hiç olmayan işleri oldurmasını normal karşılıyorum ben bu durumda!.. Ve aslında o 'kutu' işleri de çok tuhaf tabii... Daha önce de yazmıştım, her gecenin, eski parayla trilyonluk reklam geliri var ama orada 'kutu' bekleyen ve kimi zaman sadece hava alabilen kardeşler, bedavaya Acun'a çalışıyorlar... Bayılıyorum Acun'un figürasyon olayına!.. Sonra, arkadaşım, nedir o 'Bir Ankara Polisiyesi' diye anons ettiğiniz dizi? Behzat Ç. miydi arkadaşın adı? Yani, dizide edilen laflara baktığımızda, "Biz bu filmi daha önce görmüştük," diyesimiz geliyor. Behçet Abimiz, yani Behçet Nacar daha evvel böyle bir dizi çekmişti!. 'Parçala Behçet' de dahil olmak üzere mükemmel bir seriydi!.. Hatta benim evde hâlâ bir parçasının afişi durmaktadır: Behçet: Cezayir'de Vuruşalım!..
