Salih Esen, Bulgaristan'dan göç eden çalışkan, girişimci bir babanın oğluydu. Nasıl bir kaderse, babası otomobilin o kadar az olduğu dönemde, iki defa ardı ardına trafik kazası geçirdi, ikinci ve basit kazadaki yarasının yanlış tedavisi yüzünden yaşamını kaybetti. Bu yüzden, henüz 13 yaşındayken kendisini sanayinin içinde buldu. Babadan kalan ağaç ambalaj işinin geleceği olmadığını gördü. Otomotiv işine girmeye hazırlanırken, askerliği sırasında amcaoğlunu ziyaretinde plastiği keşfetti. Amcaoğlunun ürettiği bahçe hortumlarının İzmir'de yapılmadığını fark eden Salih Esen, dönüşte, ağabeyi ile bu işe başladı. Başlangıçta çok zorlandı. Ancak kısa sürede zirveye tırmandı. Ege Bölgesi Sanayi Odası'nda (EBSO), deneyimlerini her fırsatta sanayicilerle paylaştı. Bir dönem elini taşın altına koyup, yönetim kurulu başkanlığı da yaptı. Bugünlerde de Meclis Başkanlığı için adaylığını açıklayan Salih Esen ile Karşıyaka'daki muhteşem evinde, hayatını, iş alemini, EBSO'yu konuştuk.
Çocuk yaştan beri sanayiciymişsiniz?
Babamı kaybettiğimizde ben 13, ağabeyim de 15 yaşındaydı. Babam çok büyük müteşebbismiş. Bulgaristan'dan göçüyorlar. Önce İstanbul, sonra Seydiköy'e yerleşiyorlar. Çiftçilikle, tütün tarlasında, üzüm bağlarında, zeytin toplamakla geçti bizim çocukluğumuz. Sonra sanayiciliğe başladı babam, ağaç ambalaj işine girdi. Malum İzmir'de üzüm incir ihracatı yoğun. O dönemde, 1960'larda, 15-20 çalışanımız vardı. Bayağı sorumluluk aldığımız işti. Babamı, tam kendisini geliştireceği esnada kaybettik. Babam ağaç almak için ihaleye giderken trafik kazası geçirmişti, bir hayli de yoğun bakımda kaldı. Bir tarafı tutmadı, sonra iki koltuk değneği, bir koltuk değneği derken azmiyle ayağa kalktı, ardından basit bir trafik kazası daha geçirdi. Bacağında derin bir sıyrık vardı. Çok önemsememişler. Eskiler deriyi beslesin diye koyun derisi sararlarmış. Cahillik işte. Oradan tetanos kapıyor. Buca Ortaokulu'nda yatılı okuyordum, ağabeyim de Ticaret Lisesi'ne devam ediyordu. Bir süre, 8-10 yıl kadar birlikte götürdük işi. Makine mühendisliğinin gece bölümünü bitirdim. Burslu okudum, okulu zamanından önce bitirdim. Ardından, 1974 Kasımı'nda askere gittim. Otomotiv ile ilgili iş yapmak için kendimi yetiştiriyordum. Askerlik sırasında amcaoğlunu İstanbul'da ziyarete gidince, onun yapmaya başladığı plastik işi ile tanıştım. Fikrim değişti.
Ne üretiyordu?
Çeşme hortumu üretiyorlardı. İzmir'de de bu işi yapan yoktu. Ağabeyimin desteği ile Karabağlar'da 150 metrekarelik yer açtım. 2 yerli makine alarak üretime başladım. Konuyu bilmediğim için çok uğraştım. Çok zorlandık ama sonunda hortum işi yürümeye başladı. Oradan, 550 metrekarelik yere çıktık. Ayaklarımın üzerinde durmaya başlamıştım. 1978'de de evimizi arabamızı aldık, bir de hanım alalım dedik. Reyhan Hanım'la tanışıp 1979'da evlendik. Reyhan Hanım bana uğurlu geldi. Oradan 1500 metrekarelik yere geçtik. İşler büyüdü, çeşitlilik arttı, 1990'da da Atatürk Organize Sanayi Bölgesi'ne taşındık. İlk fabrikamız 20 bin metrekareydi, 20 oldu 40, 40 oldu 60. Adana, İstanbul derken, bugünlere geldik.
"YOK ÖYLE ŞEY"
Çocuklarınız rahat okusun diye okul aldığınız söylendi...
Çocuklar Çakabey'de okuyordu. Orada okumaları vesile oldu. Öyle bir şey yok. Başka okul mu yok, alır çocukları, başka okula verirdim. Okul darboğaza girince, 1990 yılında bir anda kendimizi Çakabey'in sahibi olarak bulduk. Okul kapanma noktasına gelmişti. Herkes yarıyıl tatilini bekliyordu çocuklarını almak için. Ben de tatile 10 gün kala, Milli Eğitim'den işlemleri bitirdim. 300 civarında öğrenci vardı, 40-50'si gitti. Cemiyet hayatında tanınmış olmanın verdiği güvenle az öğrenci kaybettik. Sonra 10 yıl okulun kuruculuğunu, idaresini yaptım. Birtakım tesadüfler olmasa, okul almak nereden aklımıza gelecek! Müteşebbis ruhumuz öyle bir çılgınlık yapmaya yöneltti. O dönemde ağabeyimle işlerimiz ayrı olmasına rağmen birleştirdik. Hem plastik işini hem okulu yürütüyorduk. Okul ün kazandı, İzmir'de belli bir boşluğu doldurdu, az daha Amerikalılarla üniversite kuruyorduk. İzmir'de özel üniversite yoktu. Türkiye'de ilk projeyi gerçekleştirecektim az daha. 2001'de ağabeyimle işleri ayırma noktasına geldik ve ayırdık. Eğitim ağabeyimde kaldı, sanayi sektörünü ben üstlendim. Ben bıraktığım vakit öğrenci sayısı 1250'ye çıkmıştı, liseye kadar olan kısım da tamamlanmıştı.
EBSO DÖNEMİ
EBSO Meclis Başkanlığına neden adaysınız?
Büyük işadamları hem azaldı hem de ekonomik kaygılar onların uzak kalmasına neden oluyor. Dolayısıyla eli taşın altında olan, sektörde ağırlığını hissettiren, iz bırakan insan sayısı azaldı. Bir adım öne çıkma sebebimiz tamamen bu. Arkadan gelenlere cesaret vermemiz gerekiyor ki bizden sonra buralara sahip çıksınlar. Mehmet Tiryaki aday olsaydı, ben olmayacaktım. Bunu her yerde de ifade ettim zaten. Mehmet Tiryaki son derece sevdiğim biri. Meclis başkanlığını noktaladığını söyleyince, bizlere de görev düştüğü düşüncesiyle bu dönemde meclis üyesi olursak aday olacağımızı açıkladık. Bildiklerimizi, gördüklerimizi, yaşadıklarımızı, bir sanayici olarak birtakım platformlardan ifade etmenin görev olduğunu düşünüyoruz. Bunun için en uygun görev yeri de EBSO'dur.
Öyleyse EBSO başkanlığınızı neden bir dönemle sınırladınız?
İşime zarar verirdi daha fazla uzatmak. Oradaki müthiş bir sorumluluk. Bu nedenle Ender Yorgancılar'ı çok takdir ediyorum. Hem TOBB yönetim kurulu üyesi hem EBSO başkanlığı yapıyor. Müthiş bir iş. Tebrik etmek gerekir. Ben işlerimi ihmal edeceğim düşüncesi ile bir dönemle sınırlandırdım ki, verdiğim bu kararın da hayatımda en doğru kararlardan biri olduğunu da anladım. Buralarda bulunmamam dozunu çok iyi ayarlamalısınız. Birçok insan buralarda ya meslek sahibi oluyor, odacılığı meslek ediniyor, o sandalyeyi kendi mesleği olarak görüyor. Uzun süreler oradan ayrılmıyor. Bu sefer kendi işini yapamaz pozisyona düşüyorlar. Doğal olarak geleceklerini buradan başka noktalara, politikaya, belediye başkanlığına atlamakta görüyorlar. Öyle olmaması lazım. Ben hep bunun mücadelesini yaptım EBSO'da.
Tek dönem görevde de zarar söz konusu değil mi?
İşinizin bundan zarar görmemesi mümkün değil. Benim 2001-2005 yılları arasında yönetim kurulu başkanlığı yaparken işim küçülmedi ama büyümedi de. 2005'ten bu yana işimizin gelişimine bakarsanız, herhalde 3-4 kat artmıştır. Devam ettirmiş olsaydım, işimi bu boyuta getiremezdim. Ben her zaman, "Önce işinde başkan olacaksın" derim. İşinde başkan olan, her yere başkan olur. Benim düsturum bu. Bir yerlerde bir şeyleri söylediğiniz vakit, söylenenin içeriği kadar, söyleyenin kimliği öne çıkıyor. Söylediğinize ağırlık katan, kimliğiniz oluyor. O bir yerlere bir mesaj olarak ulaşıyor.
Büyük işadamları kalmadı mı sizce İzmir'de?
Bizim jenerasyonda öyle başarı hikayeleri var ki bizimki solda sıfır kalır. Şimdiki jenerasyonda pek bulamazsınız. Bizlerin geldiği yaşam koşulları ile şimdikiler o kadar farklı ki birbirinden. Bizler hep sıfır olacağımız endişesi ile büyüdük. Başarısız olursak arkamızı yaslayacağımız kimse yoktu. Aç kalacağımız endişesi ile büyüdük. Şimdikiler nereden bakarsanız bakın sadece bizimkiler değil, herkesin iyi kötü emekli bir anneleri, babaları var. Dolayısıyla yaşama kafa tutabiliyorlar. İsteklerini ön planda tutabiliyorlar. Zorlanma başarıyı beraberinde getiriyor. İzmir'in en görkemli ticari açıdan Türkiye ekonomisine damgasını vuran aileleri eritildi, 3-5 aile ayakta kaldı. Babadan oğla geçen iş, en uzun Amerika'daymış. Orada, "Dede kurar, baba geliştirir, oğul korur, torun resim yapar" derler. Bizde ise 2 veya 3 nesilde resim yapma geliyor. Ama resim yapma eninde sonunda var. Doğal bir gelişim.
POZİTİF ENERJİSİYLE HUZUR GETİRİYOR
Reyhan Esen, küçük yaştan itibaren çok çalışmak zorunda kalan Salih Esen'in, "uğuru" olmuş. Salih Esen'in işleri, 1979 yılında Reyhan Esen ile evlendikten sonra birden ve hızla büyümeye başlamış. Salih Esen eşini "uğurum" diyerek el üstünde tutmuş. Reyhan Esen de bunun karşılığını, stresli iş hayatının tüm yükünü alan huzurlu bir yuva yaratarak veren bir eş olmuş. Art arda iki çocuk evlendiren Reyhan Esen ile mutlu yorgunluğunu atmaya çalıştığı evinde, bizim için yaptığı birbirinden güzel pastalar, börekleri yiyerek sohbet ettik.
"Eşim bana uğur getirdi" sözünü duymak çok hoş olsa gerek...
Gerçekten "Ayağı uğurlu" derler ya, bir dükkana kimse yokken girerim, anında dolar, onu hissederim. Ben oradan en son çıkmak zorunda kalırım.
Kız mı yoksa erkek mi evlendirmek daha zor?
Erkek evlendirmek biber dolması, kız evlendirmek yaprak sarması gibiymiş. Oğlumuzu 2011'de, kızımızı da geçen ay evlendirdik. Tabiatın döngüsü. Allah iyilerle karşılaştırsın. Mutlu olsunlar, onların mutluluğu ile biz de mutlu olalım. Artık belli bir yaşa gelince insan çocuğunun mürüvvetini görmek istiyor. n
Salih Esen nasıl bir eş? İkizler burcu zor diyorlar ama benim yanımda son derece sakinleşiyor. Bendeki enerji ister istemez geri dönüyor. Pozitif yaklaşınca karşılığını görüyorsunuz.
EBSO Meclis Başkanı olunca eşinizi daha az görmekten çekinmiyor musunuz?
Salih Bey çalışmalarında dikkatli, son derece dengelidir. Onu da ayarlar, dengeler diye düşünüyorum. İşi işte bırakır, eve geldiğinde her şey bitmiştir.
ALTINORDU BAŞKANLIĞI
Spor ile de yolunuz kesişti... Sosyal birtakım çalışmaları da ihmal etmedik. Tesadüfler de getirdi. 1987-89 arasında Altınordu Spor Kulübü'nün başkanlığını yaptım. Sosyal hayatla ilk tanışmam öyle oldu.
35'İNDE TENİS, 40'INDA KAYAK
İş stresini nasıl atıyorsunuz?
Sporla atıyorum. Eskiden bu yana spora eğilimim var benim ama zamanımız olmadı. Ben 35 yaşından sonra tenis oynamaya, 40 yaşından sonra kayak yapmaya başladım. Geçen yıla kadar sörf yapıyordum. Sabahları 6.15 gibi kalkarım. Reyhan hanımla anlaşamadığımız tek nokta o. Ya sahilde yürürüm bir saat kadar ya spor salonuna giderim. Stresi taşımanın yolunun spordan geçtiğine inanıyorum. Sigaramız yok, yıpratıcı bir hayat tarzımız yok. Bu gerilimli dönemde stresi taşımayı bilmeniz gerekir. Taşıyamadığınız takdirde mutlaka bu gerilimler insan hayatına, vücuduna, yaşamına büyük zarar veriyor. Bu nedenle özellikle bu tür stresli işiniz varsa mutlaka birtakım hobiler edinmek zorundasınız. Spor benim yaşam şeklim oldu.