Size göre Türkiye'de kaç Karagöl vardır? Sanırım tahmin edemezsiniz. Ben de tahmin edemezdim. Yamanlar Dağı'nda ve Dikili yakınlarında adı Karagöl olan iki göl olduğunu biliyordum yakın zamana kadar. Araştırınca Beypazarı'nda, Sivas'ta, Şavşat'ta, Artvin'de, Giresun'da, Niğde'de, Borçka'da ve Ankara Çubuk'ta da birer Karagöl olduğunu öğrendim. Sandras Dağları eteklerinde kış mevsiminde 10 hektarlık alana yayılan, yazın ise ortadan kaybolan Karagöl'ü de biz Denizli'nin Beyağaç kasabasından Topuklu Yaylası'na çıkarken keşfettik.
SUYU BOL
Beyağaç batı Toroslar'ın son uzantısı olan Sandras Dağları'nın kuzey eteklerinde Denizli- Muğla il sınırlarında "Eskere" ovasının ortasından geçen "Akçay" kenarında kurulu. Beyağaç adını sularının bolluğu, çok yeşil bitki örtüsü ve yaşlı ağaçlara sahip olmasından alıyor. Beyağaç çevresine bundan önceki yolcuğumuzda nereleri gezeceğimize, nerede kamp kuracağımıza küçük ilçenin küçük meydanında bir kahvehanede, ilçe sakinleriyle birlikte çay içerken karar vermiştik. Bize, "Kamp için en ideal yer 1900 metredeki Topuklu Yaylası'dır. Ama Karagöl'ü de Kartal Gölü'nü de, anıt karaçam ağaçlarını da görmenizi tavsiye ederiz" demişlerdi. Oraları iki kez gördük, gezdik ama Karagöl'ü göl olarak hiç görmedik. Yani nereye gideceğimizi biliyoruz. Yaklaşık 1400 metre yükseklikte toprak orman yolunda bir virajı döndüğümüzde, devasa çam ağaçlarının arasında, aşağıda mavi yansımalarıyla aniden karşımıza çıktı Karagöl. Öyle bir tat verdi ki bu manzara anlatmaya sözcükler yetmez, tarihi bir hazine bulmuş kadar sevindik. "Karagöl ,"Çiçekbaba" ve "Armıtçık" zirveleri arasında "Gökçay" vadisinin kuzeyindeki çöküntü bölgesinde yer alıyor. Yaklaşık 10 hektarlık alanı kaplıyor. Burası 1334 metre yükseklikte. Bir görünür, bir kaybolur. Düzlüğün ortasında küçük bir kaynağı vardır. Yağmur sularıyla beslenir. Temmuz ayı ortalarında tamamen suyu çekilir. Ekim ya da Kasım aylarında tekrar su tutmaya başlar. Aslında bir doğa lâboratuarıdır. Görüp, anlayıp, hissetmeyi gerektirir. Etrafındaki yaşlı karaçam ağaçları hem tarih ve kültür, hem de doğa tanıklarıdır. Bu ağaçlar yakın zamana kadar çobanlık yapan ve sonra yerleşik hayata geçen yöre insanının evleri olmuş, şimdi ise az sayıda kalan "Angıt" kuşlarının barınakları." Göl ve çevresini keşfe mi çıkalım, hemen makineleri hazırlayıp fotoğraf mı çekelim, kırnımız acıktı yemek hazırlamaya mı başlayalım, yoksa önce çadırları mı kuralım, gözlerimizin önünde öyle bir güzellik var ki ne yapacağımızı şaşırdık. Normale dönünce önce çadırları kurduk. İzmir'de yaz var ve biz burada üşümeye başladık.
KONSER ZAMANI
Sonra alçakgönüllü akşam yemeği hazırlığı. Izgara köfte, patates kızartma, yoğurt, domates salatası, helva, yanında gölde soğuttuğumuz bir şişe rakı. Bizim yazıları okuyanlar yanlış anlamasın, geziden geziye iki duble içiyoruz. Hepsi budur. Ama o içki öylesine tatlı oluyor ki kamp alanında. Bir sonraki geziyi özlemek bile çok güzel. Kamp ateşinin yanıbaşındaki portatif masamızda yemeklerimizi yerken güneş yavaş yavaş karşıdaki tepelerin ardında kayboldu, giderek alacakaranlığa döndü ortalık. Güneşi uğurlarken karşı yamaçlardan dolunay yükseldi. Güneş gidince mevsim birden bahardan yeniden kışa döndü. Göldeki kurbağalar bize sürprize hazırlanırken üzerimizdeki giysileri kalınlaştırdık. Saat 06.00'ya doğru henüz alacakaranlıkken ortalık, çıktım çadırımdan ateşi canlandırdım yeniden. Dalga dalga sisler içindeydi göl. Kurbağalar konser yorgunu. Karşımda tarif etmesi güç bir doğa olayı. Fotoğraf çekmeye doyamadık. Peynir, zeytin, naneli zeytinyağı, kızarmış ekmek ve odun ateşinde demli çay. Kamp alanında yapılan kahvaltının da keyfi başka...