Evde dikilmiş iri çiçekli 'anne' elbiseleri, el örgüsü 'baba' yelekleri, teyzelerin diktiği mantolar, bluzlar, özenle çizilip yaptırılan ayakkabılar, eve gelen terziler, dikiş kutuları... Şimdi kulağa ne kadar uzak geliyor değil mi? Oysa çok değil, daha 20-30 yıl öncesinin gerçekleri bunlar... Üstelik hepsi emek verildiği için değer taşıyan, anılarla dolu, birbirinden renkli ve özenli gerçekler... Sanat tarihçi Gül İrepoğlu, bilimsel kitapları ve romanlarından sonra şimdi de kendi kişisel aile albümünün fotoğraflarını seriyor önümüze. Neler biriktirilmemiş ki... Elbiseler, naylon bluzlar, takılar, mecmualar, kolonya şişeleri...
Fiyonklu İstanbul Dürbünü / Giysilerin Penceresinden kitabı, herkesi kendi aile albümlerindeki fotoğrafları çıkarıp, anıları tazelemeye çağırıyor.
-
Geçmişe nostaljik ve renkli bir pencere açmanızın nedeni var mı?
- Üç yıl önce annem, hasta yatağındayken sık sık konuşuyorduk. Özellikle de onu keyiflendirmek için geçmişten söz açıyorduk. Bir gün, "Senin şu fiyonklu turkuvaz renkli elbisen ne kadar güzeldi anne, ne kadar hayrandım ona," dedim. O da yeniden geçmişe gidip, o elbiseyle ilgili anılarını anlatmaya başladı. Birden o sahne öyle bir belirdi ki gözümün önünde, onca yıl geriye gittim. Bir anda bunları yazmaya karar verdim, hiç böyle bir şey yoktu aslında aklımda. Önce o elbiseyle ilgili anılarımı yazdım. Sonra aklıma, beni etkileyen başka giysiler geldi. Sadece annemin de değil, benim, teyzemin, film kahramanlarının, dergilerde gördüğüm giysilerini yazdım. Bir anda gelen bir esinlenme...
-
Giysilerin hayatınızda ayrı bir yeri olduğu tartışılmaz...
- Ben giysilere, takılara, ayakkabılara oldum olası çok dikkat etmişimdir. Geçmişi tat ya da kokular yerine bunlarla hatırladığımı fark ettim. Önce renkler sonra da giysiler... Renksiz bir hayat düşünemiyorum. Belki bu yüzden beyazı hiç sevmem, beyaz duvardan nefret ederim. Turkuvaz da pembe ve morun yanı sıra çok sevdiğim renklerden. Renkler ve giysiler hafızanızda birikiyor.
-
Keşke modacı olsaydınız...
- Aslında bazen buna özenmedim değil. Şimdi düşününce, yazdığım romanlarda ve hatta bilimsel kitaplarda bile bunun etkileri görülür.
Levni Nakış Şiir kitabımda da Lale Devri'ndeki giysileri ayrıntılarıyla betimlemiştim. Hiç de gerek yoktu aslında. Edebiyata geçmemin sinyalleriydi o ayrıntılar...
-
Kitabın en önemli malzemesi olan fotoğraflarınıza bakılırsa ciddi bir biriktirici olduğunuzu da söyleyebilir miyiz?
- Evet, ciddi ve tutkulu bir biriktiriciyim. Hem fotoğraflar hem de benim için hatırası olan giysileri hep biriktirmişim. Hatta evde yer kalmadı. Dolaplar yığınlar halinde. Bunu bir gün kitap yazarım diye de yapmadım. Onlar benim için ayrılması mümkün olmayan parçalar. Evdekiler bana bu yüzden kızıyorlar. Ve birden bire hem fotoğrafları hem de giysileri çıkardım ortaya. Yıllar önce yaptırdığım ayakkabıyı saklamışım. O benim tasarımım. Nasıl atarım şimdi?
-
Konfeksiyonun olmadığı, her şeyi terzilerin ve annelerin diktiği yıllar... 50'ler, 60'lar... Türkiye'nin o yıllarına yokluk yılları bile denilebilir ama fotoğraflara bakınca herkes ne kadar şık ve özenli değil mi?
- Belki çok sayıda giysileri yoktu, ama olanlar çok şıktı. Örneğin annemle küçükken Kadıköy'den vapura binip, İstanbul'a inerken özellikle lüks mevkiye otururduk. İnsanlar ne kadar şıktı... Hepsini incelerdim, ne giymişler, ne takmışlar diye. Hatta annem "O kadar bakma," diye kızardı. Kumaşçı dükkânlarını gezmek ayrı keyifti.
- Üç yaşındaki mantonuzun düğmelerinin Kapalıçarşı'daki harççılardan alındığını hatırlıyor musunuz gerçekten? Yoksa bu tür ipuçları için size yardımcı olanlar var mı?
- O mantomu teyzem Nurhan Atasoy dikmişti. Çok marifetlidir. Benim birçok giysimi de o dikti. Kitabı yazarken de ona sordum. Bu ayrıntıları yazmamın nedeni, biraz da belgelemek.
- Siz de dikiş dikiyor musunuz?
- Teyzemle annem o kadar güzel dikerlerdi ki ben hiç öğrenmedim. Benim elim iğne tutmaz, yazık ki öyle. Ama tasarlamayı beceririm ve eleştirisini yaparım. Gençken giysilerimi, ayakkabılarımı da hep ben çizerdim. Sonra bunların hepsinin uzantısı da olabilecek mimarlık okudum. Ardından sanat tarihine geçtim.
Evimiz vintage hazinesi gibi
- Evinize neredeyse bir vintage hazinesi diyebilir miyiz?
- Çok doğru. Kaç nesildir giyilen şeyler var. Annemin pembe naylon bluzu hâlâ benim gardırobumda asılı ve giyiyorum. Yakası plise, harika bir bluz. Sadece giysiler değil, eczacı dedemin kavanozları, kahve fincanları, babamın kitapları da evimde duruyor. Babamın bir gömleği ve yeleği de onu kaybettiğimizden beri, 10 yıldır gardırobumda asılı. Çok özlediğim zaman okşuyorum onları. Giysilere bir tür yaşayan varlıkmış gibi davranmak belki çılgınlık ama yazmak için de biraz çılgınlık gerekiyor. Şimdi bir sergi açmak istiyorum.
- Harika bir fikir... Kitapta yer alan her şey sergilenecek mi?
- Evet, böyle bir planımız var.
- "Her kentin bir rengi, kokusu var,'' diyorsunuz. Tabii bir de giysileri... İstanbul nasıl giyinen biriydi çocukluğunuzda?
- O yıllarda her yerin ayrı bir kıyafeti, bir giysi kodu vardı. Yazlıkta, sinemaya ya da ev ziyaretlerine giderken giyilenler... Bana 12-13 yaşlarındayken tayyör diktirilirdi. Nereye giyeceğim onu? Ev ziyaretine giderken... Bunlar belli davranış şekillerini de anlatırdı. Şimdi blucin üzerine bir ceket giyip çıkıyorum. Ama o yıllarda bu mümkün mü? Çok saygısızlık olarak değerlendirilirdi. Tabii bunu şimdi saygısızlık olsun diye yapmıyoruz, artık yaşam biçimi böyle. İstanbul'un yaşam biçimi değişti.