Bu öyle bir yarış ki, anne ve babalar yarıştırdıklarının çocukları olduğunu; öğretmenler, karşılarındakinin hayata yeni adapte olmaya çalışan gençler olduğunu unutuyor. Sınanma üzerine kurulu eğitim sistemimiz, aileleri tam anlamıyla bir sosyal paranoyaya sürüklüyor. Yarış, anaokulu çağından itibaren başlıyor. Bazı okullara kabul edilmek için anaokulunun, adı sınav olmayan 'ön görüşmesini' aşmak gerekiyor. Durumu biraz iyi olan aile, çocuğunu bu yarışta öne itmek için, yokluk içinde yaşıyor ama çocuğunu özel okula gönderiyor. Amaç, özel okula gönderilen çocuğun ilköğretim okulu sonunda gireceği sınavlarda başarılı olup iyi bir devlet okuluna kapağı atması. Anne kucağından yeni ayrılan çocuk, tam okula alışırken sınav takvimi yaklaşıyor. Sokakta top oynaması, arkadaşlarıyla parkta koşup eğlenmesi gereken minikler hafta sonları dershane yollarını tutuyor. Hayatta başarılı olmanın yolu bu sınavlardan geçiyor. Kayak yapan çocuk kaydırılmıyor; "Aman bir yeri kırılmasın derslerinden geri kalmasın," diye. Hava sıcak, dondurma yemek isteyen çocuğa yedirilmiyor; "Aman sınav öncesi boğazları şişmesin," diye. Evde televizyon seyredilmiyor, misafir kabul edilmiyor; "Aman dikkati dağılmasın," diye. Kısacası paranoyaların sonu gelmiyor. Anne ve babalar küçük yavrularının doğduğu andaki mutluluklarını, o minik bebeklerinin hayatlarına kattığı sevinci unutur hale geliyorlar. Peki neden? Çünkü ülkemizde maalesef çocuklar ancak sınanırsa başarılı oluyorlar. Sınava girecek olanlarla, girenlerle ve girmeye hazırlananlarla konuştuk. Yaşadıklarını dinledik. İşte eğitim sistemimizin bizi getirdiği nokta...
Üç çocuğumun eğitim parası bir apartman alırdı
Simay Karabulut, 14 yaşında. Bilfen Ataşehir İlköğretim Okulu son sınıf öğrencisi, geçen hafta SBS sınavında 100 sorunun tamamına doğru cevap verdiğini söylüyor. Bu yıl İstanbul Erkek Lisesi'nde okuyan ağabeyi Berkay Karabulut ise bir yıl önce SBS'de bir yanlış yapmıştı. En büyük ablaları Sibel Karabulut üniversiteyi bitirmiş, çalışıyor. Yani Karabulut Ailesi son 15 yıldır sınavlarla boğuşuyor.
Anne Janet Karabulut: "Büyük kızımızla başladı bu maraton. Çocukların hepsi sorumluluklarını bilerek büyüdüler. Sevgi dolu bir ortam hazırladık. Sessiz, huzurlu bir ortam yarattık onlara. İnanır mısınız evde eşimle neredeyse hiç konuşmadık. Fısıltı halinde konuştuk. Televizyon açmadık. Çocuklar arada bir odalarından çıkıp, 'Fısıltı halinde konuşmanıza gerek yok, normal konuşabilirsiniz,' diye bizi uyarıyorlardı. Beslenmelerine çok dikkat ettik. Sınava hazırlanarak büyüttük onları, 'Bu sınav olacak ve biz bu sınavı aşacağız,' diye geldik bu günlere. Akrabaları, eş-dostları deneme sınavları zamanı değil, daha serbest zamanlarda kabul ettik. Zaten çevre bu konuda çok anlayışlı oluyor."
Baba Yavuz Karabulut: "Ben bir ticaret adamıyım, çocukların eğitimine yatırdığım parayı bir kenara koyup, onları sıradan okullarda okutup ilerde sermaye yapmak aklımın ucundan bile geçmedi. Eğitim çok önemli, bir yere gelen insanların hepsi iyi eğitimli, ticarette ne olacağın belli değil. Çocuklara neredeyse bir apartman parası harcadık ama seve seve harcadık. Toplamda üç çocuğun özel okula gönderilme süresi 24 yıl. Bunun maddi külfetini siz düşünün. Yemeden içmeden kısmadık. Şu an kirada oturuyoruz. Kendi evimizde oturuyor olabilirdik. Ama çocuklarımızın sınav sonuçlarını görünce 'Tüm çektiğimiz sıkıntılara değdi,' diyoruz. Ödül çok büyüktü."
Simay Karabulut: "Sınava hazırlandığım bu son yıl çok sıkıcı değildi, sosyal faaliyetlere de katılıyordum. Bilgisayardan biraz mahrum kaldım bu yıl. Boş vakitlerim azaldı. Yan flüt ve piyano çalıyordum, bu yıl bıraktım. Bu yıldan önce ders alıyordum. Ama sınav nedeniyle bu vakti test çözerek geçirmem gerektiğini düşündüm. Sınav bitince bir boşluk yaşadım, birkaç gün sınav bitti mi bitmedi mi diye kafa karışıklığı yaşadım, şimdi daha çok uyuyorum."
FERAHİM YEŞİLYURT (PSİKOLOG)
Yarının mutsuz ve özgüvensiz yetişkinleri yetişiyor
"Çocuklar artık oyun oynaması gereken dönemde sınavlarla boğuşuyor. Çocukluğunu ve gençliğini yaşayamayan kişiler, yarının mutsuz yetişkinleri olarak hayatta yerlerini alacak. Çocuklar o kadar erken yaşta bir rekabet ortamıyla karşılaşıyorlar ki; kendini yanındaki arkadaşıyla, akraba çocuklarıyla rekabet halinde buluyor. Biz zaten toplum olarak işbirliğine yatkın değiliz, bu rekabet ortamında yetişen çocuklar ekip çalışmasını bilmeyen yetişkinler olacak. Her yerde sınav sinyali alıyor çocuklar. Bir hastam vardı; otobanda OGS tabelası görüyor, OKS'yi hatırlatıyor diye telaşlanıyordu. Kışın aileler tatile gidiyorlar ama çocuğun kayak yapmasına izin vermiyorlar, bir yerlerini kırar ve sınava giremez diye. Ailelerin hayatları sınav üzerine kurulmuş vaziyette. Sınavı kötü geçti diye çocuğuyla altı ay konuşmayan veli var. Sırf bu yıl çocuğu sınava girecek diye işinden ayrılan anneler var. Çocuk sınava hazırlanacak diye evde bir yıl televizyon açılmıyor. Çocuk eve gelince sessiz sedasız bir ortam buluyor. Bunlar hep çocuğa bir alt mesaj veriyor, bu mesaj da şu: 'Biz çok önemli bir sınava hazırlanıyoruz, aile olarak.' Hep bu mesajı alan çocuğun yükü artıyor. SBS'yi kazanamayınca, kapıcı ya da çöpçü olacağını sanan çocuklar var. Çocuklar artık başka hiçbir şeyle ilgilenmedikleri için, hayattaki tek başarının sınav yoluyla elde edilebileceğini sanıyorlar, başarısız olunca özgüvenleri sıfıra iniyor. Her durumda çocuğumuzu kabul etmek zorundayız, sadece başarılı olduğu için sevemeyiz."
Ailenin tüm çocukları sınav yorgunu
Alkan Ailesi'nin üç kızı da sınav mağduru. Esra Alkan geçen hafta SBS'ye girdi, Gamze Alkan yarın ÖSS'ye girecek, Yaşam Alkan ise seneye ÖSS'ye girecek. Hepsi devlet okullarında okuyor ama dershaneye gidiyorlar. Yani anne Süreyya Alkan ve baba Ali Rıza Alkan tam anlamıyla sınava kilitlenmiş durumdalar.
Gamze Alkan: "Çok karın ağrılı bir dönem geçirdim. Birinci dönem daha iyiydi: Hava kötüydü, evde daha kolay ders çalışabiliyordum. Güneşli ve güzel havalarda insan çalışmak istemiyor. Haftanın yedi günü dershanede geçti. Ben sinema tutkunu bir insanım. Her hafta sonu sinemaya giderdim. Bu sene bir kez bile gitmedim. Arkadaşlarımla sosyalleşirdim ama bu sene üç-dört ayda bir dışarı çıktım. Ama bunları bana dayattıkları için değil, vicdan azabı çektiğim için yaptım. Çünkü dışarı çıkınca o süreyi boşa harcadığım psikolojisine girdim. Bu seneye kadar kuzenlerimle, akrabalarımla görüşebiliyorduk, o azaldı. Eve gelen giden azaldı. Telefonlar sustu. Matematik bölümünde okumak, bilim insanı olmak istiyorum. Kardeşimin de SBS'ye hazırlanıyor olması içimi rahatlatan bir şeydi. O sınavı atlattı, kendim ÖSS'yi atlatmış gibi hissettim. Anne ve babamın mutlu olmasını istiyorum."
Anne Süreyya Alkan: "Hayatımı tam anlamıyla kızlara göre programladım. Arkadaşlarımla, komşularımla kızlar evde yokken görüştüm, kızların evde olduğu saatlerde ne akrabalarımı, ne de arkadaşlarımı eve kabul ettim. Evdeki hiçbir sorunu kızlara yansıtmadım. Eve geldiklerinde tüm işlerimi bitirmiş oluyordum, süpürge bile açmıyordum. Bir kızım SBS'yi atlattı, diğeri yarın ÖSS'ye girecek. Diğer kızım seneye ÖSS'ye girecek, yani evde herkes sınav mağduru. Ama biz de onlara rahat ders çalışabilmeleri için elimizden gelen ortamı sağlamaya çalışıyoruz."
Eğitim-Sen raporu
Eğitim-Sen'in bu yıl için hazırladığı ve henüz hiçbir yerde yayımlanmamış raporuna göre, çocukların girdiği sınav sayısı çok yüksek. İşte veriler: Sınavlar ilköğretimden itibaren başlıyor. İlköğretim öğrencileri, toplam 182 sınava girerek başarı göstermek zorunda. Ortaöğretimde zorunlu olan sınav sayısı 392. Hazırlık sınıfında 76, birinci ve ikinci sınıfta 84'er, üçüncü ve dördüncü sınıfta ise 74'er sınav yapılıyor. Bunlara bütünleme ve telafi sınavları dahil değil. ÖSS'ye hazırlık amacıyla gidilen dershaneler de eklendiğinde, öğrencilerin sınav hazırlığı dışında hiçbir insani sosyal, kültürel etkinliğe zamanının kalmadığı görülüyor. Dershanelerdeki toplam sınav sayısı 118'i buluyor. Milli Eğitim Bakanlığı'nın kendi verilerine göre özel okul ve dershane sayısı ile bu kurumlarda okuyan öğrenci sayısı ciddi oranda artmış. Özel dershanelerin ve özel dershaneye giden öğrencilerin sayısı yıllar itibariyle dramatik bir artış gösteriyor. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 1975- 1976 yılında 157 özel dershane ve bu dershanelere giden 45 bin 582 öğrenci varken, 2007-2008 yılına gelindiğinde dershane sayısı 4 bin 31'e, öğrenci sayısı ise 1 milyon 122 bin 861'e ulaşmış. Ailelerin bir çocuğa, 17 yıllık eğitimöğretim yaşamı boyunca yaptığı harcama yaklaşık 45-50 bin TL. Bu hesaplama içerisine, servis, etüd (kurs), özel ders, dershane harcamaları dahil değil. Çocuğun 17 yıllık eğitim-öğretim yaşamı: Bir yıl okul öncesi, sekiz yıl ilköğretim, dört yıl ortaöğretim, dört yıl yükseköğrenim olarak düşünüldüğünde ortaya çıkan miktarın hiç de az olmadığı görülebilir.
İkinci çocuktan vazgeçtik
Alara yedi yaşında. Fevziye Mektepleri Vakfı Işık Anaokulu'nda öğrenci. İlköğretim okuluna, bu yıl MEF'te başlayacak. Önümüzdeki yıllarda karşı karşıya kalacağı sınav maratonundan henüz haberi yok. Ama bale sanatçısı annesi Gaye Tığlıoğlu ve mimar babası Ozan Tığlıoğlu her şeyin farkında ve bu nedenle kızlarını bu maratona hazırlamak için şimdiden büyük fedakârlıklar yapmışlar. Mesela bir başka çocuk sahibi olmaktan vazgeçmişler...
Anne Gaye Tığlıoğlu: "Anne ve babanın hayalindeki okulla, çocuğun yönelimlerini karşılayacak okul çok farklı olabiliyor. Biz bunu anaokulu aşamasında yaşadık. İki ayrı anaokulu değiştirdikten sonra son olarak üçüncü bir okulda ilköğretime başlamasına karar verdik. Çünkü her defasında Alara'nın ihtiyaçları, önümüzde bizi bekleyen sınav maratonu ile ilgili endişeler fikir değiştirmemize yol açtı. Sistemin bir parçasıyız ve kızımız için en iyisini istiyoruz, bu sistemin arkasında kalmamak için biz de bu çarka gireceğiz. Aşırı hırslı bir aile olmamayı planlıyoruz. Kızımızın eğitimi için kendi kariyerimden vazgeçtim. Bale sanatçısıyım ve dans hayatım bittikten sonra amacım kareograf olmaktı. Kareografi eğitimini Amerika'da almak istiyordum ama bu şimdilik mümkün değil."
Baba Ozan Tığlıoğlu: "Alara daha altı aylıkken 'İlerde ne olacak, nerede okuyacak?' konuşmaları yaptığımızı hatırlıyorum. Sistem herkesi domino taşları gibi etkiliyor. Birinin yaptığı bir şeyi diğer aileler de yapmak zorunda kalıyor ve tüm çocuklar deli gibi sınava hazırlanan, dershanelere giden robotlar haline dönüyor. Maalesef Türkiye'de dershaneler rantı yaratılmış ve özel okullara yüksek paralar ödeseniz bile bir dershaneye mutlaka göndermek zorunda kalıyorsunuz. Alara'yı okutabilmek için bir ev almaktan, otomobilimizi değiştirmekten vazgeçtik. Türkiye'nin eğitim sisteminde ikinci bir çocuk aklı başında ailelerin kalkışamayacağı bir şey."
Kaçırdığım tüm filmleri yazın izleyeceğim
İlbek Andican, 19 yaşında. Robert Kolej'de son sınıf öğrencisi, Uğur Dershanesi'nde öğrenci ve yarın yapılacak ÖSS'de ter dökecek milyonlarca gençten biri. Doktor annesi Gülnur Andican, son bir yılda yaşadıklarını, Sabancı Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğrencisi büyük oğlu Aybek Andican'da prova ettiklerini söylüyor.
İlbek Andican: "Ben televizyon seyretmekten ziyade bilgisayarda oyun oynamaktan hoşlanıyorum. Bilgisayarı açıp bir saatte kapatmayı da başarabiliyordum. Bu konuda kendimi disipline ettim. Odada sürekli durmak beni sıkıyordu; evin salonuna yayıldı çalışma ortamım. Sinemaya gitmedim. Okuldaki kulüplere kalmadım. Hiçbir maça katılmadım. Okuldaki aktiviteleri es geçtim. Çok da sıkmadım kendimi. Yazın izleyeceğim tüm filmleri."
Anne Gülnur Andican: "Yurtdışındaki sistemlerin hiçbiri Türkiye'ye uygulanamaz, ben de bu sistemi pedagojik açıdan uygun bulmuyorum. Ama ÖSS olmak zorunda Türkiye'de. Çünkü 1.5 milyon kişi var, bu kadar talebi nasıl karşılayacak okullar. İlbek'in evde olacağı saatlerde hatırını sorayım, bir bardak çay vereyim diye evde olmaya gayret ettim. Geceleri evin salonunu ona ayırdık. Rahatça dağılarak çalışabilsin diye."
İngiltere ve Almanya'daki eğitim sistemi
İngiltere: Öğrenciler 16 yaşına kadar toplam 10 yıl zorunlu okul eğitimi alıyor. 16 yaşında General Certificate of Secondary Education (GCSE) adlı sınavı veren öğrenciler mezun olmuş sayılıyor. GCSE sertifikası Türkiye'deki lise diplomasına eş sayılıyor. İngiltere'de mesleki ve sosyal alanlarda eğitim veren kısa veya uzun süreli pek çok ileri okul var. İngiltere'de yüksek öğrenim, A-Level, lisans, yüksek lisans şeklinde ilerleyen üç aşamadan oluşuyor. Okul eğitimini tamamlayan öğrenciler, üniversiteye başlamadan önce iki akademik yıl boyunca A-Level okullarına gidiyor. Öğrencilerin hangi üniversiteye yerleştirileceği A-Level başarı notuna göre belirleniyor. İki akademik yıl süren A-Level eğitiminin ardından lisans eğitimi başlıyor ve toplam üç yıl sürüyor. A-Level eğitimiyle birlikte toplam beş yılık bir sürede üniversite eğitimi tamamlanmış oluyor.
Almanya: Zorunlu eğitim bütün çocuklar için altı yaşında başlar ve genelde dokuz yıl sürüyor. Almanya'da dört sene süren ilkokul sonunda öğrenciler, notlarına göre Gymnasium, Realschule veya Hauptschule'ye gönderiliyor. En başarılı öğrenciler, Gymnasium denen okullara devam ediyor. Gymnasium sonunda Abitur denen sınavları başaran öğrenciler üniversiteye gidebilir. Durumu 'iyi' olan öğrenciler, Realschule denen okullara devam ediyor. Realschule'yi bitiren öğrenciler, hemen hemen bütün meslek alanlarında, üç yıllık meslek eğitimlerinden istediklerini seçebilir. Realschule okuyan öğrenciler daha çok meslek yapmaya yöneliyor. İlkokul sonunda başarı durumları iyi olmayan öğrenciler Hauptschule denen okullara gider. Bu öğrenciler için üniversite yolu teorik olarak her ne kadar açık ise de gerçekte neredeyse tamamen kapanmış durumda. Hauptschule okuyan öğrenciler, okulu bitirip bir meslek eğitimi yaparak hayata atılıyor.