Günümüzde
fazla kiloların ve beden ölçülerinin dışında her şeyin büyüğü makbul. Daha önce sizlere Amerikan usulü dev porsiyonlu yemeklerin bizim restoranlarımıza da girdiğinden söz etmiştim. Aslında fiyatları yükseltmese, yemeklerin porsiyonları daha da büyüyebilir, ama Türk halkı henüz Amerikalıların refah düzeyine ulaşmadığı için, tabağında kalan yiyemediği yemeğe, dünyanın parasını ödemeye pek hazır değil. İrili ufaklı yolcu gemilerimizi elden çıkarıp, ülkemizin üç yanını çevreleyen limanlarımızı yabancı gemilere bıraktık. Ama gazetelerin turizm ilanlarında gördüğümüz, dev transatlantiklerin turlarına akın akın gidiyoruz. Küçük gemilere burun büken cüzdanı dolgun vatandaşlarımız, içinde kumarhanesi, alışveriş caddesi, tombala salonu ve meraklısına spor yapma imkânı bile sunulan bu yüzen kentlerde yolculuk yaparken, kendilerini Nişantaşı'nda dolaşıyormuş gibi hissediyor. Buna karşılık köşedeki bakkalı, yanındaki kasabı, sokaktan geçen seyyar manavı önce ana caddedeki market uğruna gözden çıkardık, kısa süre sonra marketler de bize küçük geldi, çoluk çocuk hipermarketlerin yolunu tutar olduk. Yazın klimalı, kışın ısıtılmış dev kapalı alanlarda vitrinleri seyretmeye çabucak alıştık. Hipermarketlerin geniş koridorlarını çocuklar da sevdiler; araç altında kalma riski olmadan rahatça koşuşturuyorlar. Bir süredir restoran mekânları da devleşiyor. Küçük, mütevazı restoranlar, müşteri bulmakta zorlanıyor olsalar da yemek saraylarına rağbet hızla artıyor. Büyüklük yarışını kebapçılar başlattı. Kaşıbeyaz bu akımın ilk kebapçısıydı. Onu zaman içinde Ataşehir girişindeki iki dev kebapçı daha izledi: Bin kişilik Sahan Vega ve bin 500 kişilik Ataşehir Develi. Yabancı restoranlar, hatta müşteri sıkıntısı çekmeyen balık lokantaları bile bu boyutlara çıkmaya henüz cesaret edemedi. Bakalım ilk bin kişilik İtalyan lokantasını ne zaman görebileceğiz. Bundan 15 yıl öncesine dek İstanbul'da yöresel lokanta yoktu diyebilirim. Bugün kentin birçok yerinde yöresel yemek yapan mekânlar giderek çoğalıyor. Ancak bunların hemen tamamı mütevazı boyutlarda. Son zamanlarda Kadıköy'den Boğaz Köprüsü'ne giderken Küçük Çamlıca'nın yamacında birkaç katlı bir villa dikkatimi çekiyordu. Burası konuta da otele de benzemiyordu. Derken bir arkadaşım, altta geniş bir terası, daha da aşağıda çok geniş bahçesi görülen binanın, aslında yöresel yemekler sunan bir restoran olduğunu söyledi. İnternetten adresini öğrendim. Ancak hiçbir haritada bu mekânın yer aldığı Erkan Ocaklı adlı sokağı bulamadım. Sonuçta telefonla yol tarifini öğrenip üç misafirimle birlikte öğle yemeğine gittim. Meğer sokak yeni asfaltlanmış, adı da yeni konmuş. Acıbadem'den Çamlıca'ya çıkarken E-5'in üzerini aşan köprüden hemen sağa saptığınızda buraya ulaşıyormuşsunuz.
ÖZÜRLÜ ASANSÖRÜ VAR
Görkemli villanın önünde aracımı park edip merdivenlere hamle ettim. Kapıda bizi karşılayan görevli, hemen bir özürlü asansörüne yönlendirdi. Bununla önce alt terasa, ikinci bir özürlü asansörüyle de villanın giriş katındaki ana restorana çıktık. Hava kapalı ve rüzgârlı olduğu için bahçe kısmında oturan yoktu. Biz de adaların, hatta Marmara'nın karşı sahilinin bile görülebildiği masalardan birine buyur edildik. Dekoru oldukça ağır mekânın üst katında iki salon daha bulunduğunu, çatı katında da 10 kişilik bir özel oda olduğunu öğrendik. Önce yemek çeşitlerini bizzat görmek istedik. Arka tarafta tencereler içinde yemekler sıralanmıştı. Biz garsonun da yönlendirmesiyle haşlanmış içli köfte, karalahana dolması, patlıcan salatası, yoğurtlu patatesli patlıcan salatası, kesme aşı, âlâ nazik, yoğurtlu patatesli patlıcan salatası söyledik. Hepsinin lezzeti vasatın üzerindeydi. Genellikle kebaplara fazla ilgi göstermedik. Sadece bir konuğum âlâ nazik istedi. Tattım, bu da başarılıydı. Bizler de teşrübe denen nohutlu, patlıcanlı bir Osmanlı yemeğiyle islim kebabı ısmarladık. İslim kebabını patlıcanların altındaki etler fazla didiklenip sosa bulandığı için aslına uygun bulmadım. Teşrübe ise oldukça hoş bir yemekti. Garson bir daha gelişimizde o gün olmayan alaca, ısırgan, kelecoş gibi çorbaları da tatmamızı, zırh kıyması, pastırma, kaşar ile acısız bir tür Adana kebabı olan Beyce Sultan Kebabı'nı yememizi salık verdi. Ayrıca burada ocakbaşında bulabileceğimiz bütün etlerin de bulunduğunu söyledi. İçki servisi olmadığı için sekiz-dokuz çeşit ot ve meyve suyundan hazırlanmış Beyce Sultan şerbetiyle yetindik. Bu lezzetli şerbeti, daha önce Lacivert ve Kiva Han'da da tatmıştım. Burada isim değiştirmişti. Yemeğin üstüne sadece çay ve kahve içtik. Dört kişi 120 TL hesap bırakarak ayrılırken pazar günleri brunch düzenlendiğini, 120 çeşit seçeneğin en az 15 çeşidini yöresel peynirlerin oluşturduğunu da öğrendik. Bu büyüklükte mekânların fiyatları büyük otellere göre daha makul geldiğinden, düğünler için kapatılır. O zaman da yemek yemeye gelen müşterilerin rahatı kaçar. Düğün gelirinin cazibesine kapılmazsa, burası özellikle yaz ayları için iyi bir restoran alternatifi olabilir.
Beğendiklerim:
Özenilerek yapılmış, Marmara'ya tepeden bakan pırıl pırıl bir restoran. Yemek seçenekleri zengin ve lezzetli. Servis güler yüzlü. Fiyatlar makul. Yürüme özürlülerin rahat edeceği mekânlara ödül verilse, birinciliği burası alır.
Beğenmediklerim:
Dekor, bir yöre restoranına uygun biçimde daha sade tutulabilirdi; ağır kaçmış. Gerçi mütevazı bir yöre yemekleri lokantasında içki aranmaz ama turistlerin de ilgi göstereceği bu çapta bir restoranda içki servisi beklenir.
Mutfak ****
Servis ****
Ambians ****
Beyce Sultan
Acıbadem Cad. Erkan Ocaklı Sok. 7A, Küçük Çamlıca-İstanbul
Tel: (0216) 325 74 74