TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, 34 kişinin öldüğü Uludere olayında istihbaratın nereden geldiğinin henüz belirlenemediğini söyledi. Bugün gazetesinin sorularını yanıtlayan Üstün, "İş emri verenle iş bitmiyor ki, komplike bir olay var" dedi.
FİLİSTİN ASKILARI DEVLETE ZİMMETLİYDİ
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'na 2011 seçimlerinden sonra bin 400 dolayında dilekçe gelmiş. Evinin altındaki fırını da, Meclis taksi durağını da şikayet eden olmuş. Komisyonun 1,5 sene önce denetlediği Pozantı Cezaevi'nde çocukların yaşadıklarına ilişkin Mersin İnsan Hakları Derneği'nin dilekçesi Eylül ayında komisyona ulaşmış, Adalet Bakanlığı'na yazı yazılmış, idari ve adli tahkikatın başlatıldığı bilgisi derneğe iletilmiş. Komisyon Başkanı Ayhan Sefer Üstün, son yaşananlar dolayısıyla hayli üzgün.
"Üçüncü nesil insan hakları"na işaret ediyor, insan hakları ihlallerinin artık nitelik değiştirdiğini anlatıyor. "Eskiden karakol baskınlarında devletin envanterine kayıtlı, zimmetli işkence aletleri, filistin askıları çıkıyordu. Şimdi, karakolda bir kadına tokat adıldığı zaman cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri, kamuoyu, hepimiz ortak tepki gösteriyoruz" diyor. Uğur Kantar olayını milat kabul ettiklerini, artık askerlikte kötü muameleye el attıklarını söylüyor. Üstün, Van Milletvekili Kemal Aktaş'ın milletvekilliğinin düşürülmemesi kanaatinde.
ULUDERE'DE YAŞANANLAR KOMPLİKE BİR OLAYDIR
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün, 34 kişinin öldüğü Uludere olayında istihbaratın nereden geldiğinin henüz belirlenemediğini söyledi. Üstün, "İş emri verenle iş bitmiyor ki, komplike bir olay var" dedi.
* İncelemelerde bulunmak üzere Uludere'ye gittiniz, köylüler size orada "kaçakçılık" yapıldığını alenen söyledi mi?
Onlar "kaçakçılık faaliyeti" demiyorlar, "sınır ticareti" diyorlar. Yazılı olmayan bir mutabakat olduğunu ve bunun bu olayla birlikte bozulduğunu söylüyorlar. 3 bin 500 kişi bu köyde yaşıyor. Köylüleri suçlamak için söylemiyorum, demek ki burada öteden beri gelir elde edilen bir faaliyet var, şimdi "mutabakatımız bozuldu" diyorlar.
YAKLAŞIK 40 KİŞİ GÖRÜNÜYOR
* PKK'nın bu ticaretten haraç aldığına dair bir bilgi verdiler mi?
Bunlar olmuş olabilir. Konuşmalarından terör örgütünden de çekindikleri, üzerlerinde bir tehdit olduğu anlaşılıyor. Sınırın öbür tarafına geçtiklerinde zaten her an PKK'lılar ile karşı karşıya gelme durumundalar. Orada Irak yönetiminin veya bölgesel yönetimin hiç bir denetimi yok. Haftanin deresi var, terör örgütünün Haftanin Kampı işte o derede. Olaylar, coğrafya köylüleri PKK ile devlet arasında bırakmış.
* Heron görüntülerini izlediniz, görüntülerdeki kişi sayısı ile hayatını kaybedenlerin sayısı örtüşüyor mu?
Görüntüler sınırın 5 kilometre ötesinden başlıyor, ilk görüntü oradan alınıyor. Sınıra yakın bir noktada da olay oluyor. Görüntülerde bir hareket var, ama bu kişilerin köylü mü, terörist mi oldukları, silahlı olup olmadıkları anlaşılmıyor.Grup bazen derecik gibi bir yerden atlıyor, oradan atlarlarken grupta kaç kişi olduğu sayılabilir. Daha sonra iki gruba ayrılıyor, önden gidenler var, arkada kalanlar var. 40 kişiye yakın bir grup görülüyor. Aselsan yetkililerinin raporunda grupta kaç kişi olduğu ortaya çıkacak.
* İstihbaratın nereden geldiğine dair bir bilgi ulaştı mı?
Bu soruya da cevap arıyoruz. Cevabımızı henüz bulamadık, ama bu konuda bize bir bilgi verilecek. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı, TBMM çalışıyor, Genelkurmay hem adli hem de idari yönden olayı araştırıyor. "Emri veren belli değil mi?" deniliyor, emri verenle iş bitmiyor ki, komplike bir olay var.
* Terör alt komisyonunda, faili meçhullerle ilgili size listeler verildi.
Terörde kaç can kaybettiğimiz bilinmiyor. Bir kamu kurumu başka, diğeri başka söylüyor. Bunu belirlemeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de kimseyi ayırt etmedik. Hepsi bizim insanımız, şehit olan yüzbaşının eşini de dinledik, çocuğu dağda ölmüş, ama cesedini bile bulamamış babayı da dinledik.
* Ne gibi sonuçlara ulaştınız?
Mesela, Kemal Burkay gelip, "PKK tereör örgütü benim arkadaşlarımı da öldürdü" dedi, isimlerini tek tek saydı. İbrahim Güçlü, bize bir CD verdi, daha sonra bir CD daha yolladı, yüzlerce isim vardı. Bu topraklarda kimse adam öldüremez, kimse cinayet işleyemez. "Terörist teröristi öldürdü" diyerek bunu görmezden gelemeyiz. Teröristin bir suçu varsa, onu da Türkiye Cumhuriyeti yargıçları yargılar. "Örgüt içi bir infaz oldu, oh olsun" diyemeyiz, o da bir cinayettir. Terör örgütünün üst yönetimine ilişkin şikayette bulunduk. Bunların emirlerini, talimatlarını kim vermişse onlar da yargılanmalı. Uyduruk mahkemeler kurmuşlar, adamı ölüme mahkum etmişler.
AT İZİ, İT İZİNE KARIŞMIŞ
* Örgüt içinde kurulan mahkemelerde infaz kararı verenlerin de yargılanmasını mı istiyorsunuz?
Tabii, onlar kimlerse elbette yargılanmalı. Avrupa'da bir Kürt aydının öldürülmesi emrini ancak terör örgütünün üst yönetimi verebilir. Onlar hakkında da burada dava açılmalı. Şikayette bulunduk. Diğer taraftan devlet gücünü kullanarak suç işlediği iddia edilen kişiler için de suç duyurusunda bulunduk. Biz savcılara destek oluyoruz, faili meçhulleri aydınlatma görevi yargının, savcıların. Önceki yıllarda belki elleri kolları bağlıydı, ama şimdi artık yetkileri arttı, bunların üzerine gitmeleri lazım. Türkiye'de at izi ile it izi karışmış, birbirinden ayrılsın.
* Ayrılabilir mi sizce?
Kurşunun nereden geldiğini bilmiyorsun. Kurşunu kimin sıktığını bilmiyorsun. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Kurşunun nereden geldiğini ve kimin sıktığını bilmemiz, etkin bir yargılama ve soruşturma ile cezasını vermemiz lazım.
'YEŞİL BENİ ARAMADI'
* Siz tehdit ediliyor musunuz?
Hoşumuza gitmeyen telefonlar, mesajlar alıyoruz, ama bunlar bizi görevimizden alıkoymaz. Kaldı ki siyasetçinin hep kefeni cebindedir. "Başıma ne gelir" diye düşünecek olursak, evden çıkmamamız lazım.
* Mesela, Yeşil sizi aradı mı ya da bir mesaj gönderdi mi?
(Gülüyor) Yok, aramadı. Türkiye'yi modern, güvenli bir ülke yapmamız gerekiyor. Bunun için de araziyi temizlememiz lazım. Araziyi temizlerken elimiz çizilebilir, suratımız çizilebilir. Bizler de başkaları kadar cesur olmalıyız.
NAZİ CİNAYETLERİNDE İSTİHBARAT DESTEĞİ VAR
* Almanya'ya gittiniz neo-nazi cinayetlerini incelemek üzere.
Almanya'da Türk toplumu kendisini arkasından hançerlenmiş hissediyor. 8 Türk vatandaşı öldürüldü. Aslında sadece biri dönerci, ama Alman basını ön yargı ile bu cinayetleri "dönerci cinayeti" diye yaftalamış. Soruşturmaların başka mecralara kaymasına zemin hazırlamışlar. İlk bakışta planlı, ırkçı cinayetler olduğu anlaşılmasına rağmen bu ihtimal hemen saf dışı bırakılmış. Alman polisi çok büyük insan hakları ihlalleri yapmış. İnanılmaz dramlar var. Baba dükkanda öldürülüyor, dükkanı hemen kapatmışlar, 3 ay kapalı kalmış. Dükkanın içinde akan kan kurtlanmış, bütün dükkanı sarmış, bu halde 3 ay sonra aileye teslim edilmiş. Vergi ödeyen insanlar, dükkanlar kapatılınca iflas etmişler, sosyal yardıma muhtaç hale gelmişler.
IRKÇILIK ALMANLAR'I VURACAK
* Yetkililerden ne gibi tedbirler alınmasını istediniz?
Entegrasyonu asimilasyon anlıyorlar, bunu gözden geçirmelerini istedik. Çifte vatandaşlığı İranlılar'a tanımışlar, bize tanımamışlar. Eğitim sistemleri yabancıları eğitimsiz bırakma üzerine kurulmuş. Yapısal değişiklikler yapmazlar, kontrol altına almazlarsa Alman toplumunu bu ırkçılık vuracaktır. 1945'deki ırkçılık dalgası aslında 1930'da dünyada bir ekonomik kriz varken başlamıştı, şimdi de Avrupa'nın kapısına dayanmış bir ekonomik kriz var.
SORUMLULAR ARAŞTIRILMADI
* Bu cinayetlerin arkasında bir istihbarat zafiyeti mi var?
Bırakın önleyici istihbarat zafiyetini, sanki bu cinayetler gerçekleştirilsin diye istihbarat desteği verilmiş. Hayatlarında hiç Türk görmeyenler, Doğu Almaya'dan gelip, kimseye görünmeden bu cinayetleri işleyip, kaçıyor. Sembolik değeri olan önemli adımlar atıldı, ama katiller ve katillerin arkasındaki yönlendiriciler ortaya çıkarılmalı. Kurumların sorumluluğu araştırılmalı. Bir ankete göre, Almanya'nın genelinde yüzde 5 oy alan Neo-Nazi Partisi'nin İçişleri Bakanlığı'nda yüzde 35-40 civarında sempatizanı var.
Kötü emellere alet oluyorlar
* Hocalı Katliamı dolayısıyla düzenlenen mitingle ilgili sözleriniz eleştirildi.
Ben ne "Hepimiz Türküz" pankartıyla ilgili ne de mitingle ilgili bir suç duyurusunda bulundum. Yürekleri varsa, benim telaffuz etmeye utandığım "Hepiniz p..." pankartını savunduklarını söylesinler, bana belden aşağı vurmaya kalkmasınlar. Bizi bölecek, hakaret içeren, kin ve nefret duygularını artıracak bu söylemsebebiyle savcıları göreve davet ettim. Türkiye önümüzdeki 20 yıl içerisinde çevresinden en az 2 milyon göçmen alacak. Afrikalı, Ortadoğulu, Arap, Kafkas, Balkan göçmenler gelecek. Yarın onları derileri siyah, o Arap, öbürü Asyalı, diğeri Bosnalı diye dışarı mı atacağız? Sözlerimi çarpıtanlar Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyenlerin kötü emellerine alet oluyorlar, onlara sadece acıyorum.
Kurşun gibi ağır davalar
* Ergenekon davalarıyla ilgili gündeme getirilen eleştirilerle ilgili bir çalışmanız olacak mı?
Tutuklamaların uzunluluk süreleri ile ilgili şikayetler var. Yargının aldığı kararlara müdahele edemeyiz. Dev-Yol Davası 30 yıl sürdü. Bunlar Dev-Yol Davası'ndan çok daha ağır davalar, Dev-Yol Davası'nın sanıkları devlet yönetmemişlerdi, buradaki sanıklar devlet yöneten insanlar. Kurşun gibi ağır davalar. Ben hakimlik de yaptım, ama o davanın hakimi olmak istemezdim. Bu yargılamaları küçümsemek, sulandırmak topluma yapılacak en büyük kötülük olur.
Devlet görevini yerine getirmedi
* Hrant Dink suikastıyla ilgili sizin döneminizde değildi ama, komisyon da çalışmıştı. DDK'nın raporu açıklandı.
Bana kimse, Trabzon'daki 17 yaşındaki bir çocuğun gazeteden görüp de karar verip, Hrant Dink'i öldürmek için İstanbul'a geldiği masalını anlatmasın. Burada, başlangıçta nefret söylemleri ile cinayetin bir alt yapısı, psikolojik ortam oluşturuluyor. Sonra da daha az ceza alacak, 18 yaşından küçük vesaire uygun bir kişi bulunuyor. İstihbarat çalışmaları da yapıldıktan sonra bu cinayet işleniyor. Besbelli ki bir örgüt var. Devlet adı Hrant da Osman da Hans da olsa, ismi, kimliği ne olursa olsun topraklarında bulunan herkesin can güvenliğini sağlamakta mükelleftir. Bu yerine getirilememiştir.