Thomas Mann denilince, çoğu okurun aklına ilk önce
Venedik'te Ölüm gelir.
Buddenbrook Ailesi ve
Büyülü Dağ, asıl başyapıtları olarak gösterilse de, bu çok daha kısa novellanın yüreklerde farklı bir yeri vardır. Çok daha kısa ama bir o kadar da daha fazla çarpıcıdır çünkü. Yaşlı bir sanatçının henüz hayatının başındaki bir delikanlıya duyduğu marazi tutku, tuhaf bir şekilde her okuyanı kalbinden yakalar. Geri plandaki görkemli ancak salgın hastalık kadar dönemin koşulları nedeniyle de ölüm kokan Venedik kentinin tuhaf çekiciliği de okuyucunun bu yürek tutulması üstünde kuşkusuz ayrı bir etkiye sahiptir. Ve sonuçta
Venedik'te Ölüm, Mann'ın külliyatında mükemmel kesilmiş bir elmas parçacığı gibi pırıl pırıl parlar. Takıntılı aşk, elde edeme duygusu kadar sanatçı duyarlılıkları ve bunalımları, kendi örtülü cinselliği, çökmekte olan aristokrasi ve burjuvazi alışkanlıkları ile hastalık ve ölüm temalarının el ele gittiği bu roman, esasında yazarın hayatı boyunca etrafında dönüp durduğu temaları işler.
Venedik'te Ölüm 1912'de yazılmış. Yani 1875 doğumlu yazarın, artık bayağı ustalaştığı bir döneme rastlıyor. Ne var ki onun bu ustalaşma yolunda giderken kaleme aldığı ilk eserlerini incelediğinizde de dikkat çekici bir biçimde aynı usta edebiyatçı kumaşını buluyorsunuz. Ömer Türkeş'in de
Radikal Kitap'ta belirttiği gibi, yazarlığı erken olgunlaşmış biri Mann. Yazarın tüm eserlerini yayınlamayı sürdüren Can Yayınları'ndan çıkan
Zor Saat, onun ilk dönem eserlerinden oluşan toplu öykülerinin birinci cildini oluşturuyor ve Mann'ın yazarlık serüvenine nasıl başladığını gözlerimizin önüne seriyor. Alman yazarın siyasi ve toplumsal görüşleri henüz farklı olsa da, yazarlık meselelerinin yine aynı çerçevede şekillendiğini görüyoruz öncelikle; kendinde olmayana sahip olma arzusu, sanatçının çektiği acılar, çökmekte olan bir toplum ve gelenekler, hastalık ve ölüm ile tüm bunların üstünde yayılan yazarın kendi hayatından yansıyan otobiyografik özellikler, bir türlü dışa vuramadığı homoseksüelliği nedeniyle yaşadığı bunalımlar, vs...
Zor Saat, 23 öyküden oluşuyor. Ancak bunların içinde özellikle üç tanesi öne çıkıyor. Bunlardan
Küçük Bay Friedemann, aynı zamanda yazarın 1896 yılında (bir öykü antolojisinde) yayımlanmış olan ilk öyküsü özelliğini de taşıyor. Yazarın ilk öyküleri de daha sonra bu öykünün adını verdiği bir kitapta yayımlanıyor.
Küçük Bay Friedemann, bir ilk öykü olmasına rağmen sarsıcı ve güçlü bir etkiye sahip. Mann, diğer sanat eserlerinden, yazarlardan ve eserlerinden, müzikten, resimden ya da mitolojiden etkilenmesiyle; bunları kendi eserlerine bir esinlenme aracı olarak kullanmasıyla tanınan bir yazar.
MİTOLOJİK ESİNLENMELER
İşte ilk öyküsü olan
Küçük Bay Friedemann'da da mitolojinin üç kahramanını; çirkinliği ve topallığı kadar iyi zanaatkarlığıyla da tanınan Tanrı Hephaistos, onun aynı zamanda eşlerinden biri olan güzel Afrodit ve savaş tanrısı, yakışıklı, heybetli Ares'ten yola çıkarak bir öykü kurguluyor. (Aynı üçlünün bir başka versiyonunu ise yazarın daha sonra yazacağı
Buddenbrook Ailesi'nde de görüyoruz.) Friedemann da aynı Hephaistos gibi, küçük bir bebekken yere düşürüldüğü için sakat kalmıştır. Ömrü boyunca biçimsiz vücudunu kendisiyle birlikte taşımak zorunda olan Friedemann, buna karşı aradığı huzuru ve güzelliği sanatta bulur. Edebiyattan, tiyatrodan ya da müzikten onun kadar anlayanı yoktur. Ancak Friedemann'ın zorlukla kazandığı bu huzurlu yaşamı, 30 yaşındayken karşılaştığı, şehirlerine yeni taşınan gösterişli ve varlıklı bir askeri görevlinin sıra dışı karısını görmesiyle bozulur. Frau von Rinnlingen klasik bir güzelliğe sahip değildir ancak erkeklere yaraşan tuhaf pervasızlıklarıyla Friedemann'ı ilk görüşte kendine âşık eder ve daha önce hiç duymadığı bir şehvet duymasına neden olur. Bu tuhaf görünümlü adamın kendisine olan ilgisinin farkında olan Frau von Rinnlingen, gaddarlıkla iç içe geçen bir alaycılıktan mı, yoksa zaman zaman nükseden bir acıma ve şefkat duygusundan mı tam olarak anlaşılmaz (belki de her ikisi birden!) bir biçimde Friedemann'a ilgi gösterir. Bu ilgi, genç adamın yıllardır zorlukla hakim olmaya çalıştığı içindeki barajın kapaklarını açar ve onca yıl, yani tüm hayatı boyunca mutsuzluk ve acı içinde yaşadığını kabullenmesine, bunu da Frau von Rinnlingen'e itiraf etmesine yol açar. Ancak genç kadın beklediğinden daha acımasızdır!
Tristan adlı öykü ise leitmotif olarak bir başka eseri
Tristan ve Isolde operasını alıyor. Ancak öyküyü okuduğunuzda aynı zamanda
Büyülü Dağ öyküsünün minik bir hazırlık versiyonu olduğunu da görüyorsunuz, adeta bir doğuma tanık olmanın heyecanıyla.
Tristan da bir dağ sanatoryumunda, esasında ciddi bir sorunu olmayan bir yazarın burada karşılaştığı evli bir genç kadına aşık olmasını ve bunun sonuçlarını anlatıyor. Kitaba adını da veren
Zor Saat ise biraz da onun kalbini oluşturuyor. Esasında
Wallenstein adlı eserini tamamlamaya çalışan Schiller'i konu ettiği bu kısa öyküsünde Mann; gecenin bir yarısında bir yandan hastalığı, bir yandan da bitirmeye çalıştığı eserinin sıkıntılarıyla boğuşan bir yazar portesiyle, en kadim meselelerini özetlemiş oluyor; hastalık ve ölüm korkusu ile yaratıcılık bunalımı nedeniyle acılar çeken sanatçı... Bir yandan uzaktaki bir erkeğe duyulan hasret hem Schiller'in Goethe ile kurduğu aşk ve nefret dolu ilişkiye atıfta da bulunuyor, hem de bu sanatçı portresine bir yandan kendisini de yansıtan Mann'dan da bir şeyler taşıyor. Üstelik bu, gecenin en karanlık saatlerinde, yani 'zor saat'te yakalanılan ölüm korkusu ve sabahın bir türlü gelmeyeceği endişesinde tüm insanlıkça paylaşılan, ortak bir durum da var. Ama aynı zamanda eserini bitirmeye çalışan ancak yaratıcılık bunalımı nedeniyle, yaratıcılık sürecinin en zor saatinde, adeta gecenin en karanlık anında, eserini tamamlamayı yani sabahın ilk ışıklarını görmeyi uman bir sanatçının ruh hali de var. Ancak sonunda tabii ki sabah oluyor, sanatçı ise hem eserin üstesinden gelmeyi hem de ciddi bir sağlık krizi yaşamadan sabaha ulaşmayı başarıyor. Bu ise yatakta uyumakta olan sevgili eşin öpülmesiyle simgeleştiriliyor. Aynı Schiller gibi, aynı Thomas Mann gibi...
ZOR SAAT
Thomas Mann Çeviren: Sami Türk Can Yayınları Öykü - 391 Sayfa 25 TL