Tarihi romanlarıyla ve de özellikle yakın dönem siyasi tarihimizle ilgili konular üstüne yazdığı eserleriyle tanıdığımız Yılmaz Karakoyunlu, bu kez de tarihimizdeki en hüzünlü mevzulardan biri olan ve Lozan Barış Antlaşması'nın hemen ertesinde gerçekleşen Türk- Yunan mübadelesinin öyküsünü anlatıyor. Karakoyunlu, hüzünlü olduğu kadar da hassas bu konuyu anlatırken çok geniş bir perspektif içinde konunun tüm taraflarına objektif bir şekilde değinmiş. Mübadele fikrinin doğuşundan, her iki tarafın da insanları üstündeki etkilerine ve kapalı kapılar ardında yaşanan politik manevralara dek irili ufaklı pek çok detayı anlatarak, öncesi ve sonrasıyla tüm süreci edebi bir bakış açısıyla analiz etmiş. Roman, alışılmadık bir biçimde Atatürk ve Fikriye Hanım arasında, köşkün bahçesinde yaşanan bir yakınlaşma sahnesiyle başlıyor ve romana adını veren
Mor Kaftanlı Selanik sözcükleri, öncelikle Fikriye Hanım'ın ağzından dökülüyor. Ardından farklı karakterlerin yer aldığı çok sayıda sahneyi ardı ardına izlemeye başlıyoruz. Atatürk ve İnönü'nün Lozan Barış Antlaşması öncesi yaptıkları görüşmelerden, dönemin Ankara siyasetinin önde gelen isimlerinin Atatürk ve İnönü çevresinde takındıkları duruşlarına dek uzanıyoruz. Ankara'da bunlar olup biterken Atina'da ise Venizelos ile en yakın dostu benzer konuşmalara dalıyor, uluslararası barış konferansında yenik taraf olarak Venizelos'un nasıl bir duruş sergilemesi üzerine taktikler geliştirmeye çalışıyorlar. Bu sırada Venizelos'un Girit'te geçirdiği çocukluğu ve Türk dostları üstüne de pek çok ayrıntı öğrenmiş oluyoruz. Hikayenin en vurucu yanı ise Giritli Venizelos, Selanikli Mustafa Kemal ve İzmirli İnönü'nün hep aynı ortak Türk-Yunan motifli bir kültürden geliyor olmaları... Dolayısıyla Batılı güçlerin politikaları nedeniyle zorla birbirlerine düşman edilmiş bu iki toplumun liderleri dahi mübadele gerçeği karşısında ortak bir hassasiyet yaşıyorlar. Politikanın üst sıralarında bunlar yaşanırken, Karakoyunlu bize Türk ve Yunan topraklarının çeşitli bölgelerinden; İzmir, Mürefte, Şarköy, Selanik, Hanya ve Resmo'dan çeşitli sahneler sunuyor. Buralarda yaşayan halk, iki farklı dinden ve milletten olsa da, mübadele gerçeği karşısında ortak bir ıstırabı paylaşıyor, aynı tepkileri veriyorlar. Karakoyunlu, bir analizci titizliğiyle bu bölgelerden anlatmayı seçtiği insan hikayeleri için de farklı meslek ve toplumsal sınıftan kişileri örnek veriyor. Asker, çiftçi ya da belediye başkanı... Mübadele hepsine de aynı oranda, eşit bir
POLİTİKANIN AYIRDIĞI HALKLAR
Bu öykünün en dokunaklı yanı ise savaşta dahi birbirlerini farklı görmeyen 'kapı komşuların', mübadele gerçeği nedeniyle farklı taraflara çekildiklerini fark ettiklerindeki korku oluyor. O insanlar yalnızca doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kalmıyor, çocukluklarından beri kopmadıkları dostlarını da kaybetmek, üstelik siyasi açıdan düşman olarak nitelendirmek zorunda kalıyorlar. Karakoyunlu kadınından erkeğine, gencinden yaşlısına çok sayıda farklı karakter üzerinden ilk şokun yaşandığı o günleri bir edebiyatçı diliyle öyküleştirirken, Lozan'da gerçekleşen İnönü ve Venizelos arasındaki görüşmeleri ve diğer politik gelişmeler ile Lozan ve İstanbul arasında gidip gelen mesaj trafiğini de bir belgesel duygusuyla yansıtıyor. Öte yandan bu devlet adamlarını da vermek zorunda kaldıkları zor kararlar açısından anlamaya çalışan, tarafsız bir mesafeden olup bitenleri aktarmayı seçen bir üslup belirliyor yazar. Onları tüm hatalarıyla birer insan olarak ele alırken, esas olarak Türk ve Yunan halkıyla kendi çıkarları için oyun oynayanın ve politikayı istediği gibi şekillendirenin öncelikle dönemin İngiltere hükümeti olmak üzere, diğer tüm Batılı devletler olduğunun altını çizmeye çalışıyor. Lozan görüşmelerinin ardından ise her iki tarafta da yaşanan mübadele olaylarını izliyor ve son olarak da mübadele sonrası karakterlerin yeni hayatlarını öğrenerek, bu uzun süreci her yanıyla tanımış oluyoruz. Anlatılan politik bir kararın tarihi sonuçları olsa da, Karakoyunlu hikayesini bu kararın bireyler üzerindeki geniş bir zamana yayılan etkileri üstünden, irili ufaklı insan öyküleri anlatarak ilerletmeyi tercih etmiş. Doğal olarak aşktan ayrılığa, doğumdan ölüme dek yaşama dair pek çok yan konu da bu süreçte yaşanmaya devam ediyor. Karakoyunlu, politikacısından çiftçisine tüm bireyleri bu kararın karşısında yaşadıkları insani tüm duygularıyla neredeyse çıplak bir şekilde gözümüzün önüne sererken, ortak sevinçleri ve duyguları yüzyıllardır paylaşmaya alışmış iki dost ve komşu halkın siyasi kararlar nedeniyle nasıl birbirlerinden ayrılmak zorunda kalışlarını sarsıcı bir şekilde aktarıyor.
YAZILMIŞ EN KAPSAMLI ESERLERDEN BİRİ
Mor Kaftanlı Selanik, mübadele gerçeği üstüne kuşkusuz bugüne dek yazılmış en kapsamlı eserlerden biri... Karar mekanizmasının en üstündeki kişiden, toplumun en küçük bireyine dek bu olaydan etkilenen tüm tarafları eşit bir önemle ve en önemlisi de tarafsız bir biçimde insani hataları ve zaaflarıyla anlatmasıyla, konuyu ve etkilerini tüm yönleriyle kavramamızı sağlıyor. Bu arada yaşanan politik adımları da öğrenmemizi sağlıyor. Ancak yine de küçük bir eleştirim olacak. Romanda karşımıza çıkan çok sayıda karakterin renkli öyküleri biraz daha sade bir üslupla anlatılsaydı, okurken hikayenin takibi açısından daha sağlıklı olabilirdi. Zaman, çok sayıda mekan ve karakter arasında yaşanan hızlı değişim ve atlamalara üslubun biraz fazla renkli olması da eklenince, takip zorlaşabiliyor.