Bır kitabı anlatmak için yazarının hayat hikayesinden de bahsetmeye elbet gerek yok, ancak is Irene Nemirovsky'ye gelince bu durum biraz degisiyor, zira kendisi, yasadıklarının yazdıklarını birebir etkiledigi ender yazarlardan bir tanesi: Içinde yasadıgı topluma karsı olan (gayet tabii haklı) süpheci bakısı, onun gerek Paris'te gerekse Fransa'nın kırsal bölgelerinde karsı karsıya kaldıgı olumsuz sartlardan ve olaylardan kaynaklanıyor zira. 1903'te, Kiev'de zengin bir ailenin kızı olarak dogan Nemirovsky, Bolsevik ihtilalinin ardından Rusya'yı ailesi ile birlikte terk ederek önce Finlandiya ve Isviçre, daha sonra ise Fransa'ya yerlesmis. Genç yasında yazdıgı
David Golder ve
Le Bal adlı romanları ile adını edebiyat çevrelerinde hızla duyuran Irene Nemirovsky'ye Balzac ve Dostoyevski benzetmeleri bile yapılmıs. Ancak 2. Dünya Savası'nda Fransa'da öne çıkmaya baslayan antisemitik politikalar yüzünden kendisine ve ailesine Fransız vatandaslıgı verilmemis. Nemirovsky, bes kitap olarak tasarladıgı
Fransız Suiti'ni yazarken aynı anda
Pazar Günleri'nde yer alan hikayelerini de yazmaya devam etmis. Yayıncısının bütün ısrarlarına ragmen henüz sadece ilk iki kitabını bitirebildigi
Fransız Suiti'ni tamamlamadan önce yayımlamayı reddetmis. 1942 yılında, Almanya isgali altında Fransız jandarması tarafından tutuklanarak Auschwitz'e gönderilmis ve bir ay sonra da tifüse yakalanarak hayatını kaybetmis.
Fransız Suiti'nin ilk iki cildi ise 50 yıl sonra Nemirovsky'nin kocası Michael Epstein'in bir valizinde bulunduktan sonra 2004'te yayımlanmıs.
AİLE, SAVAŞ VE PSİKOLOJİK GERİLİM
Nemirovsky'nin
Fransız Suiti'nde gördügümüz o üstün gözlemleme yetenegi
Pazar Günleri'nde de kendini hemen belli ediyor.
Pazar adındaki ilk hikaye, sadece 22 sayfa içerisinde bizlere tipik bir ailenin neredeyse bütün çıkmazlarını, kavgalarını, sevgilerini, hayal kırıklıklarını anlatmayı basarıyor. Kadınların hayatlarını erkeklerin arzu, istek ve kaprislerine göre düzenlemeye nasıl erken bir yasta basladıklarını ögreniyoruz bu hikayede. Benzer temalar içeren
Mutlu Sahiller'de ise bir orta yaslı kadının bir barda gözüne kestirdigi bir adam hakkında kurdugu hayalleri okurken, yazarın içtenligine ve dürüstlügüne saygı duymamak mümkün degil: "
Bir an için bu adamın (baska mirasçısı olmaksızın) kendisine baglandıgını, siparis edecegi elbiseleri, yapabilecegi seyahatleri hayal etti..."
Pazar Günleri'ndeki hikayelerdeki temalar bir hayli farklılık gösteriyor.
Kardeslik,
Seyirci ve
Mösyö Rose'da kibirli, kendilerini çevrelerinden yukarıda gören, kendilerini savasın bile yaralayamayacagına inanan karakterler sunuyor yazar.
Kardeslik'te aynı tren istasyonundaki aynı isimli iki Yahudi'nin kendilerini digerinden ayırt etmek için girdikleri ve bir stereotipe ait olmama çabalarını;
Mösyo Rose'da ise zengin Rose'un sadece zengin oldugu için gelmekte olan savasa karsı olan duyarsızlıgı ve kayıtsızlıgını konu ediyor. Nemirovsky'nin hikayelerinde aile iliskileri oldukça önemli ve temel bir baslangıç noktası. Örnegin
Pazar'daki anne-kız ve karı-koca iliskisi yerine
Kan Bagı'nda daha karmasık bir aile yapısı ele alınmıs. Bir anne, üç oglu ve onların esleri etrafında örülü öykü, gelinlerine karsı katı bir önyargı ile yaklasan annenin hastalanması sonrası kendisine gelinlerinin bakmaya baslaması, ogullardan birinin esinden ayrılmak istemesi, ogullar arasındaki finansal sorunlar ve iliskiler ironik, ama aynı zamanda dokunaklı bir tarzda yazılmıs.
Pazar Günleri'ndeki hikayeler tam anlamıyla savasın kendisi ile ilgili degil, ancak
Mösyö Rose ve
Seyirci gibi hikayelerde yaklasan savasın yerlesik medeni hiyerarsileri nasıl altüst edebildigini ve getirdigi yıkım karsısında zengin, fakir herkesin nasıl çaresiz kalabildigini okumak bile savasın zalimligi ve acımasızlıgını ortaya koymaya yetiyor. Nemirovsky'nin mahirane anlatım tarzı,
Don Juan'ın Karısı ve
Sırdas gibi hikayelerde yarattıgı yıllarca saklanan sırların ortaya çıkması ve yavas yavas artan psikolojik gerilimle kendini gösteriyor.
TARZ, ANLATIM, USTALIK FARKI
Pazar Günleri'nde elbette bir romandaki kadar derin karakterler ve olay örgüleri aramak yanlıs olur. Sekiz senelik bir dönem içerisinde yazıldıklarını da düsünürsek, hikayeler arasındaki tarz, anlatım, hatta ustalıkta bazı farklılıklar göze çarpabiliyor. Buna ragmen Nemirovsky'nin karakter yaratmadaki yetenegi her hikayeyi zevkle okunabilir kılıyor. Yazarın öykülerindeki savastan kaçan insanlar, savasa ragmen kendi küçük hayatlarına hapsolmaya devam edenler, zenginler, sanatçılar, köylüler, aileler, kendilerine ayrılan kısa hikayelerin dısına tasıyorlar adeta. Kitap her ne kadar
Fransız Suiti'nin yarım kalmasının yarattıgı boslugu doldurmasa da, Ebru Erbas'ın sade ve kolay okunan çevirisinin de yardımı ile Irene Nemirovsky'nin keskin ve dokunaklı dilini sevenlerin okuması gereken bir eser.
PAZAR GÜNLERİ
Irene Nemirovsky Çeviri: Ebru Erbaş Can Yayınları Öykü 360 s., 23 TL