Sosyolog Eugen Rosenstock-Huessy, Hitler'in iktidara gelmesinden sonra ABD'ye geldi. Harvard'da çalışmaya başlayan Rosenstock-Huessy, derslerini İngilizce vermeye başladı. Ancak kendisinin söylediklerini öğrencilerin anlamadığını fark etti. Sorun dil değil, kullandığı örneklerdi. Etik, toplum, mistisizm ve duygular hakkında konuşmak istediğinde edebi ve diğer türden örnekler kullanıyordu. Ama öğrencilerin hiçbiri bunları anlayamıyordu. Birkaç yıl sonra spordan örnekler vermeye başlayınca, her şey bir anda anlaşılır hale geldi. Sosyolog sonraları şöyle yazacaktı: "Bana 20 yaşlarındayken gelen Amerikalı öğrencilerin kendilerine güvendikleri alan spordu. Spor, öğrencilerin bütün erdemlerini, deneyimlerini, duygularını ve ilgilerini kapsıyordu. Bu yüzden sosyolojiyle ilgili bütün çabalarımı, bir Amerikalının atletizmle ve oyunlarla ilgili deneyimleri üzerine inşa ettim." Sporun genç Amerikalıların ahlaki düşüncelerini oluşturduğunu söyleyen tek akademisyen o değildi. Kısa bir süre önce Duke Üniversitesi'nden Profesör Michael Allen Gillespie, "Ahlaki Eğitimi Tartışmak" başlıklı antoloji için harika bir deneme yazdı. Yazı, sporun Amerikan ahlâki düşüncesi üzerindeki etkisini inceliyor. Gillespie'ye göre, Batı tarihi boyunca üç büyük spor geleneği oluştu. Birincisi Antik Yunan geleneğidir. Yunan sporları son derece bireyseldi ve takım çalışmasına önem verilmiyordu. Spor, cesaret ve sabır gibi aristokrat erdemleri yerleştirmek için bir araç olarak görülüyordu. Spor insana ebedi şan ve şeref kazanma olanağı sağlıyordu. İkincisi Roma geleneğidir. Eski Roma'da özgür erkekler arenada dövüşmezdi. Roma'da spor, devletin düzenlediği bir gösteri olarak görülürdü. Özgür Romalılar, kölelerin dövüşmesini ve birbirini öldürmesini seyrederdi. Bu eğlence, devletin korkutucu gücünü vurgulardı. Üçüncüsü İngiliz geleneğidir. Viktorya döneminde spor, seçkin okullarda geleceğin yöneticilerini güçlendirmek için kullanıldı. Yunanlılardan farklı olarak İngilizler, takım oyununa ve sportmenliğe önem verirdi. Faul yapan futbol takımı, diğer takımın gol atması için kalecisini çekerdi. Amaç takım ruhunu, onur ve kurallara uyma bilincini öğretmekti. Bunlar büyük imparatorluğu yöneten sınıf için önemli özelliklerdi. Gillespie, Amerikan spor ahlâkının bu üç geleneğin birleşiminden oluştuğunu iddia ediyor. Amerikan sporları, gayretin başarıyı getirdiğini öğretir. Bu da iş odaklı bir toplumda faydalı bir bilgidir. Ayrıca spor, Amerikalıların takım ruhu ile bireysel başarı arasındaki gerilimi idare etmelerine yardım eder. Eski bir beysbol yöneticisi olan A. Bartlett Giamatti, bir keresinde Amerikalıların Yunanlılar gibi düşünüp İngilizler gibi davrandığını söylemişti. Gillespie, spor kültürünün Amerikalı öğrenciler üzerindeki etkilerini takdir ediyor. Spor mızmızlanmayı caydırıp disiplini ödüllendiriyor. Kendini kontrol etmeyi ve spora özgü adalet anlayışını öğretiyor. Bunlar okulda öğretilen her şeyden daha etkili. Ancak Gillespie, üniversite sporlarının Roma tarzına çok benzediğini söylüyor. Sezonlar uzarken, oyun sahaları devasa boyutlara ulaştı. Sporcular yeni bir gladyatör sınıfı oluşturdu. Seçilme süreci sporcuların aşırı özgüven duymasını sağlıyor. Seyirciler, başkalarının yeteneklerini pasif bir biçimde izleyen tüketicilerden oluşan kimliksiz bir kalabalığa dönüştü. Antrenörler iyi alışkanlıklar aşılamaktan çok, bağıran kalabalığı zaferle tatmin etmeye çalışıyor. Diğer bir deyişle, Gillespie spora önem vermekle birlikte üniversite sporlarının daha düşük profilli ve daha katılımlı bir hale gelmesini istiyor. Ben buna pek de inanmıyorum. Bence o, üniversite sporlarının bazı erdemlerini göz ardı ediyor. Birkaç yıl önce bir konferans için Wisconsin Madison'a gitmiştim. Bindiğim taksi yerleşkeye yaklaşınca, kırmızı giymiş insanların aynı yöne gittiğini fark ettim. Bir tarikat toplantısına gider gibi görünseler de, futbol izlemeye gidiyorlardı. Üniversite sporları, çok parçalı bir toplumda geniş ölçekli toplumsal katılıma olanak sağlayan az sayıdaki etkinlik arasında. Kitlesel üniversite sporları her sınıftan insanı bir araya getiriyor. Bir bölgede yaşayan çok sayıda insanın bir araya gelerek ortak duygusal deneyimler yaşamasını sağlıyor. Bir üniversite sporu etkinliğindeki kalabalıkla, sinemadaki gibi sessizce oturmaz. Bağırır, acı çeker ve tezahürat yaparlar. Kitlesel üniversite sporları, etnik dayanışmadan daha zararsız bağlılıklar oluşturur. Aynı anda hem anlamsız hem de tümüyle etkileyici olan duygusal bir atmosfer yaratırlar. Üniversite sporları, sporcu seçmelerinde yaşanan bariz skandallara ve aç gözlü antrenörlere rağmen, üniversite şehirlerini canlandıran duygusal enerji santralleri haline geldi. Gillespie sporun ahlâki gücünü takdir etmekte haklı. Ama kitlesel etkinliklerin olumsuz yanları olduğu kadar olumlu yanları da var. Üniversite sporları saçma olabilir, ama ortadan kaybolurlarsa yokluklarını kesinlikle hissederiz.