Joan Jett'in tanınmasını sağlayan, 1970'lerin "kötü kızlar"dan oluşmuş çığır açan rock grubu The Runaways'i konu alan filmin en çarpıcı noktası, alabildiğine gerçek görünmesi. Filmdeki kulüpler olması gerektiği gibi salaş. Diyaloglar da son derece sert. Bu film, adrenalin dolu sahne performanslarından monoton provalara kadar, sürekli rock müziğin "erkek işi" olduğunu dinleyen bir grup genç kızın yolda geçen hayatlarından bir kesit. Kendi menajerleri bile rock'ta kızlara yer olmadığını söylemiş. Gerçek görünmesinin bir nedeni filmin kısmen grubun baş solisti, Cherie Currie tarafından yazılan biyografi "Neon Angel: A Memoir of a Runaway" (Neon Melek: Bir Runaway'in Hatıraları) adlı kitaba dayanması. Korkutucu bir şekilde kısa zamanda uçurumun kenarına gelen Currie'yi aktris Dakota Fanning oynuyor. Gerçekliğin altında yatan bir diğer neden ise, Currie ve gitarist Joan Jett'in, Fanning ve Jett'i oynayan Kristen Stewart'ı film çekimleri başlamadan önce haftalar süren bir "hard-rock" kampına sokmuş olmaları. Filmin senaristi ve yönetmeni Floria Sigismondi, "müzik hep hayatımın bir parçası oldu" diyor. Sigismondi, David Bowie ve White Stripes gibi sanatçılara müzik klipleri çekmenin yanı sıra, eşinin grubu The Living Things ile turneye de çıkmış. Filmle ilgili olarak, "Her şeyin gerçek durmasını istedim. Dağınık bir görüntü, çiller ve sivilceler olsun istedim" diyor Sigmondi. Bu onun ilk filmi. Sette ağzından düşmeyen kelimeler, "yalın" ve "sert" olmuş. "The Runaways", grubun izlediği genel rotayı takip etse de, Sigismondi filmi keskin çizgileri olan bir biyografiden çok, Cherie, Joan ve grubun ağzı bozuk menajeri Kim Fowley (Michael Shannon tarafından oynanıyor) arasındaki ilişkiye yoğunlaşan bir büyüme hikâyesi olarak görüyor. Filmde Cherie ikiz kardeşi, hasta ve alkolik babası, uyuşturucu bağımlılığı ve kötü şöhretiyle boğuşuyor. "Film, Cherie açısından bakınca uyarıcı, Joan açısından da ilham verici bir öykü" diyor Sigismondi. The Runaways 1979'da dağıldıktan sonra Jett 1982 yılında "I love Rock 'n' Roll" şarkısına verdiği yeni yorumla listelerin en üst sırasına oturdu. Fanning, Runaways'ın anarşik dünyasının onu Cherie rolüne çektiğini söylüyor. "Film endüstrisinde çok fazla insan tarafından denetleniyorsunuz. Okul da dâhil olmak üzere çok fazla otorite ve kural var etrafta. The Runaways'de ise hiçbir kural yok. Denetimin olmadığı, yollarda geçen bir serüven var. Her şey akışına bırakılıyor" diyor Fanning. Hepsi yetenekli müzisyenlerdi. Çaldıkları bestelerin çoğunda katkıları vardı. Konserlerde etkileyiciydiler. Ancak 1970'lerin erkek egemen rock basını tarafından yapmacık olarak görünüyorlardı. Beraber çaldıkları gruplardaki erkekler bile onlara saldırgan bir tutum alıyordu. Gruba henüz 15 yaşındayken katılan Currie, "Kadınların rock yapamayacağı şeklinde bir yaklaşım vardı. Özellikle genç olduğumuz için çok büyük bir tehlikeydik onlar için" diyor. Filmin oyuncuları ile anlaşma sağlanınca, rock okulu başladı. Kadınlar canlandırdıkları karakterlerin çaldığı enstrümanlar üzerine ders aldı. Bu enstrümanları doğru tutmayı ve çalmayı öğrendiler. Ayrıca Fanning ve Stewart, canlandırdıkları kadınlar gibi şarkı söyleyebilmek için ders aldı. Jett'in, Blackhearts isimli grubuyla 1980'lerde platin plak kazanmış olmasına ve bir feminizm sembolü haline gelmesine rağmen, grubun öncü konumu müzik tarihçilerinden hak ettiği ilgiyi görmedi. Grubun baş gitaristi Lita Ford, heavy metal dünyasında çok az sayıda olan kadın gitaristlerden biri oldu. 1980'lerde "Tilkiler" gibi filmlerde oynayan ve uyuşturucu bağımlılığı için tedavi gören Currie, Runaways sonrasında mümkün olan en doğru kariyere kayarak tahta oymacılığına başladı. "Elektrikli testerem ve kütükle baş başa kalıyorum… Kimse ne yapmam gerektiğini söylemiyor" diyor Currie.