Hem Amerika hem de İran vatandaşı olan gazeteci Roksana Saberi, geçen yıl İran'ın meşhur Evin Hapishanesi'nde 100 gün yattı. Saberi, sorgudaki ahlaki çöküşünü ve sonrasında gerçekler yoluyla kurtuluşunu anlatan ilginç bir kitap yazdı. 1980'lerde Roma'da görevli bir CIA ajanı ile komşuydum. Beni arabasıyla işyerime bırakan ajan bir keresinde, "Herkesin bir fiyatı vardır" demişti. O zamandan beri bu cümle hep aklımda. Hiç kimse, baskıya maruz kalmadıkça nereye kadar dayanabileceğini bilemez. Çoğu kişi satın alabilir, ama herkes değil. İranlı ve Japon anne babadan dünyaya gelen Saberi, geçmişte ABD güzellik yarışmasında finale kalmıştı. İran ajanları onu Evin Hapishanesi'ne götürdüğünde, bir kitap üzerinde çalışıyordu. Casuslukla suçlanan ve tecrit altında tutulan Saberi, acımasız sorgucusundan bir teklif aldı. Sorgucu, "Belki bir şekilde anlaşabiliriz" dedi. Saberi, "Anlaşma mı?" deyince, "Önce CIA'ye bilgi topladığını itiraf et" cevabını aldı. Saberi "Bu doğru değil" dese de, sorgucu "Ayrıca senin gibilerden faydalanabiliriz" diye karşılık verdi. Bu tavırdan rahatsız olan Saberi "Ne demek istiyorsun?" deyince, "Anlarsın ya, bize yardım et ve faydalı bilgi topla" karşılığını aldı. "İki Dünya Arasında" adlı kitabında anlattığına göre, İran'daki sayısız siyasi mahkûm gibi Saberi de baskı altında çözüldü. "Dürüstlük ve saygınlığını" kaybettiğini hissederken, Tanrı dâhil herkes tarafından terk edildiğini düşündü. Kısa süre sonra, kamera önünde "itiraflarda" bulunmayı kabul etti. "Bay D." diye birisinin kendisine yaklaşarak, para karşılığı CIA'ye İran aleyhinde bilgi toplamasını teklif ettiğini söyleyecekti. Kitabı için araştırma yapma bahanesiyle İranlılarla söyleşiler yaptığını da belirtecekti. Artık İran için casusluk yapmaya hazırdı. Bu yalanlara karşılık serbest kalma sözü aldıysa da, hemen serbest bırakılmadı. Diğer mahkûmların cesaretinden ilham alan Saberi, bu yolla kazanılan bir özgürlüğün değerini sorguladı. Tavizlerin olduğu dış dünyadan, mutlak doğruların olduğu iç dünyasına doğru bir yolculuğa çıktı. Bu dünyada gerçeğin ta kendisine dönüşen Tanrı, artık onu haksız biçimde yüzüstü bırakan bir varlık değildi. Kitabın ortasında bu aydınlanma anını anlatan Saberi, "Sorgucudan ve ölümden korktuğum için gerçekleri feda ettiğimi anlayınca, ağlamaya başladım. Evet, yaşamak istiyordum ama yaşamaya değer bir hayat nasıl olmalıydı? Sonunda, gerçeği söylemem gerektiğini anladım. Özgürlüğüme ve hatta hayatıma mal olsa bile" diye yazıyor. Sözlerini geri alan, çıkarıldığı mahkemenin yargıcına "itirafların" yalan olduğunu söyleyen Saberi, kendisini yıllarca hapiste kalacağı fikrine alıştırmaya başladı. Ancak sekiz yıllık hapis cezası yoğun uluslararası baskı sonucunda ertelenen Saberi, serbest bırakıldı. Tahliyesi toplu tutuklamalara, davalara, benzer "itiraflara" ve birkaç idama yol açan İran seçimlerinin bir ay öncesine denk geldi. En çarpıcı anlardan birisi, Saberi'yi sıkıştıran genç sorgucunun kadına bütün itiraflarının yalan olduğunu bildiğini söylemesiydi. İşte bu, baskıcı bir rejimin yarattığı labirentin tam kalbi. Rejimi savunmak için yalanlar üretmek gerekir. Yalanların konusu casusluk, İran'ı tehdit eden dış mihrakların tertiplediği "kadife devrimler" veya CIA ajanları olabilir. Çoğu kişinin satın alınabildiği doğrudur. Bu insanlar, yalanlar ülkesinde doğruyu söyleme riskini göze alamaz. Korku vicdanı yener. Ama Saferi'ninkilere benzer kişisel aydınlanmalar da gerçekleşir. İnsan doğasının yalana karşı isyanı kuvvetlidir. Bu yüzden, İran'da gelecek yıllarda kökten bir değişim yaşanmasını mümkün görüyorum. "Çoğu insan korku ortamında sinse de, bazıları sinmez" diyen Hannah Arendt, "Bu gezegenin insan yaşamı için uygun olması için gerekli olan şey de budur" diye eklemişti.