Bu yıl "en iyi yabancı film" dalında Oscar kazanan "In a Better World" (Daha İyi Bir Dünyada) filminin yönetmeni Susanne Bier, "Sosyal ve siyasi söylemde belli bir temaya yoğunlaşma eğilimi hep olmuştur" diyor. Filmde Sudan gibi ülkelerdeki mülteci kamplarında ve Danimarka'nın kırsal bir bölgesinde çalışan Danimarkalı bir doktor, temel ahlaki bir soruyla karşı karşıya kalıyor: Şiddet ne zaman haklı gösterilebilir? Buna karşın Amerikan filmleri Doğu-Batı ilişkisinden ya topyekûn uzak duruyor ya da Arap ya da Müslüman karakterleri yüzeysel ve klişe bir şekilde yansıtıyor. Peki, ABD ortaya çıkan bu küresel sinema dilinin neden bir parçası olamıyor? Avrupa filmleri, Reiner Werner Fassbinder'in "Ali: Fear Eats the Soul" (Ali: Korku Ruhu Kemirir) filmini çektiği 1970'lerden beri İslam'ı konu alan filmler yapıyor. Fransa'da, kısa bir süre önce vizyona giren "A Prophet" (Peygamber) isimli dram ve Arap kökenli bir hırsızla ilgili Luc Besson imzalı "Angel A" adlı fantezinin de aralarında bulunduğu bu tür filmlerden çok sayıda çekildi. Aynısı İsrail için de geçerli. Eran Riklis tarafından çekilen ödüllü filmler "The Lemon Tree" (Limon Ağacı) ve "The Syrian Bride" (Suriyeli Gelin) gibi Eran Kolirin'in 2007 yapımı "The Band's Visit" (Bandonun Ziyareti) de, Arap karakterleri detaylı ve hatta sempatik bir şekilde yansıtıyor. Hollywood da İslam dünyasıyla ilgili filmler yaptı: "The Hurt Locker" (Ölümcül Tuzak) En İyi Film Oscarını bile kazandı. "Syriana", "Three Kings" (Üç Kral) ve "Redacted" (Örtülü Gerçek) Ortadoğu'da geçiyor. Fakat Atlanta'daki Emory Üniversitesi'nin film ve medya çalışmaları bölümünün başkanı Matthew Bernstein, "Biz her şeyi bir bağlama oturtmadan ya da Müslüman taraftan toplumsal açıdan bakmadan Amerikalıların gözünden görüyoruz" diyor. İstisnalar da var. 2009 yapımı "Amreeka", 11 Eylül saldırılarından sonra önyargılarla karşılaşan Filistinli bir aileyi anlatıyor. Tom McCarthy'nin "The Visitor" (Ziyaretçi) isimli filmi ise Suriyeli bir göçmen ve onun Senegalli kız arkadaşıyla dostluk kuran bir profesörü konu ediyor. McCarthy, Ortadoğu'ya olan ilgisinin, bir film çekimi için Beyrut'a yaptığı seyahatten kaynaklandığını söylüyor. "Lübnanlılar o kadar sıcak, cana yakın ve konuşkandı ki, bana İrlanda kökenimi hatırlattı" diyor. Ancak çektiği bağımsız film, farklı bir dinamiğe sahip olan ve genel geniş bir seyirci kitlesine hitap eden Hollywood filmlerine epey zıt. Bernstein, "Sektörün bu insanları doğru temsil eden filmlerde gişe potansiyeli görüp görmediğinden emin değilim" diyor. İslam dünyasını konu eden Amerikan filmlerinin azlığına dair yapılan açıklamalardan biri, Kuzey Amerika'nın Batı ve İslam medeniyetlerinin birleştiği ya da çatıştığı bölgeden uzak olması. Ancak bu yıl "en iyi yabancı film" dalında Oscar'a aday bu konularla ilgili dört filmden "Incendies" (İçimdeki Yangın) Kanada yapımı ve bir diğeri "Biutiful" ise Meksika yapımı. "İncendies"in yönetmeni Denis Villeneueve, "Sinemanın güzel yanlarından biri, kültürler arasında köprü kurabilmesi. Benim filmim küçük bir köprü. Şu anda Arap dünyasıyla iletişime çok ihtiyacımız var. Savaş yerine diyalog gerekli" diyor. Latin Amerika kökenli insanlar ve Doğu Asyalılar gibi etnik azınlıklar da yıllardır Hollywood'da olumsuz yansıtıldıklarından şikâyet ediyor. Ancak "Guilty: Hollywood's Verdict on Arabs After 9/11" (Suçlu: Hollywood'un 11 Eylül Sonrası Araplarla İlgili Hükmü) kitabının yazarı Jack G. Shaheen arada bir fark olduğunu söylüyor. "Diğer gruplar da belli bir kalıba sokuluyor ama onlar farklı da yansıtıldıkları için çok zarar görmüyor. Evet, mafya tiplemeleri var. Ama komik, sıcak kalpli ve iyi insanlar olarak yansıtıldıkları filmler de var" diyor. Arap ve Müslümanların sürekli negatif yansıtıldığını söylüyor. Ancak daha inandırıcı örnekler de yolda. Yönetmen Jonathan Demme, Dave Eggers'in Katrina Kasırgası'nda komşularına yardım ederken gözaltına alınan Suriyeli bir göçmeni anlatan "Zeitoun" isimli kitabın film için telif haklarını satın aldı. Cezayir asıllı Fransız yönetmen Rachid Bouchareb, Fransa ve eski sömürgesi Cezayir arasındaki karmaşık ilişkiyi anlatan "Days of Glory" (Zafer Günleri) ve "Outside the Law" (Kanunsuzlar) filmleriyle Oscar'a aday gösterildi. Arap ve Amerikalı oyuncuların yer alacağı iki yeni filmini ise ABD'de çekecek. "Benim için bunların hepsi bu iki toplum, iki kültür arasındaki ilişkiden bahsetmek için bir bahane. Ama belki de Amerikalı film yapımcıları bu konuyu ele almaya henüz hazır değil" diyor.