Sanat camiasından bir dostum, "Afrika'ya ne oldu?" diye sorup ekledi, "Ortadan kayboldu". Son birkaç yıldır Amerikan müzelerindeki büyük sergilerde Afrika nadiren yer alıyor. Keza Hindistan da. Genellikle daha fazla rağbet gören Çin bile ancak arada sırada görülüyor. Müzelerin satın aldığı Batılı olmayan yeni eserlerin birçoğu çağdaş sanat ürünü. Dinamik, doğruca atölyeden sergiye gelen işler. Sözgelimi Ganalı sanatçı El Anatsui'nin şişe kapaklarından yapılma parlayan duvar süsleri ya da Beninli Romuald Hazoume'nin benzin bidonu tıpalarını ve çöpe atılmış bilgisayar parçalarını bir araya getirerek yaptığı maskeler. Yeni olana yönelim, müstakbel müze personelinin eğitildiği üniversitedeki sanat tarihi programlarında bilhassa kuvvetli. Şu an başvuranların ezici çoğunluğu çağdaş sanat alanını tercih ettiğini söylüyor. Bu yüzden de ansiklopedik Amerikan müzeleri Batılı olmayan eski sanata dair nadiren iddialı sergiler düzenliyor ve yükselen Amerikalı sanat tarihçileri kuşağı da bugünlerde söz konusu alanda çalışmıyor. Avrupa her iki konuda bir nebze de olsa daha iyi durumda. Sonuç olarak sanatı koruma konusunda zayıf olan ülkelerdeki sanatı ve sanat tarihi alanında "tarihi" kaybetme riskiyle karşı karşıyayız. İnsanların yeni sanat alanında kariyer yapmaya çalışması anlaşılabilir. Bugün çağdaş sanat hiç görülmemiş düzeyde küresel ekonomiyle sıkı sıkıya bağlantılı ve onun tarafından destekleniyor. Kısa süre öncesine kadar piyasa Avrupa ve Amerika anlamına geliyordu. Şimdi Yeni Delhi, Pekin ve Dubai anlamına da geliyor. Yeni sanat dünya çapında bir endüstri haline gelmiş durumda. Hakim ekonomik sarsıntı ortamından etkilenmeyen lüks bir iş kolunda küratör, şirket danışmanı, müzayede evi uzmanı ve galerici olarak çalışabilen çağdaş sanat tarihi mezunlarının sayısı hiç olmadığı kadar fazla. Lisan bilmek genellikle pek gerekmiyor, zira küresel sanat dünyasının ortak dili İngilizce. Ve yakın tarihin eserleriyle iştigal edenler araştırmalarının önemli bir kısmını Google üzerinden yapabiliyor. 1950'lerden başlayarak geleneksel eserler büyük bir dalga halinde Afrika'dan Amerika'ya geldi ve obur amatör koleksiyoncular tarafından satın alındı. Verilen burslardaki patlama bu akına denk geldi ve onu teşvik etti. Akın 1980'lerde durdu. Batının değer kıstaslarını (eskilik, bariz ritüel kullanım, güzellik) karşılayan eserlerin tedariki sona erdi. Bu yeni az bulunurluk nedeniyle fiyatlar tavan yaptı. Özel koleksiyonlar müzelere gitti. Geleneksel Asya sanatına yönelik yoğun koleksiyon faaliyeti de aşağı yukarı aynı dönemde bitti. Hindistan ve Çin kültürel miraslarını sıkı koruma altına aldı. Yani New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi ve diğer kurumların depolarındaki Batılı olmayan eserlerinin yerine çağdaş eserleri koymasında şaşılacak bir durum yok. Akademide eskiden yeniye kayış da hemen hemen aynı zaman dilimine denk geldi. Bazı akademisyenler bugüne odaklanan zihniyeti yerden yere vurmayı sürdürüyor. Bazıları ise daha olumlu bir bakış sergiliyor. Afrika ve Asya kültürlerinin sürekli bir dönüşüm içinde olduğunu söylüyorlar. Bugün dediğimiz, bir anda yakın tarih oluveriyor. Müzelere gelince, henüz tam olarak ne yapacaklarını belirlemiş değiller. "Bombayı patlatma" arzusu, onları antik, nadir, anıtsal, pahalı, daha önce hiç görülmemiş olanı düşünmeye sevk ediyor. Fakat esas soru şu: Müzelerin veya bir disiplin olarak sanat tarihinin neden ikisi arasında seçim yapması gerekiyor? Geleneksel veya çağdaş, eski tarz veya yeni tarz. Moda bu ritimde ilerler. Fakat sanatın tarihini yazma mesaisi böyle işlemez. İyi sanatçılar bu şekilde çalışmaz. Sözgelimi Hintli sanatçı Puşpamala N. bir fotoğrafta, Raja Ravi Varma'nın 20'nci yüzyılın başında yaptığı resimde Hindu tanrıçası Lakşmi'yi tasvir ettiği şekilde poz veriyor. Ya da şu an Pekin'de gözaltında tutulan Çinli kavramsal sanatçı Ai Weiwei'yi ele alalım. Müzelerde sergilenebilecek Neolitik vazoları, şeker rengi endüstriyel boyalara batırarak bugüne ait kılıyor. Veya Kenya'da doğan ve şimdi New York'ta yaşayan Wangechi Hutu, başka şeylerin yanında, klasik Afrika oymacılığının imajlarını, porno ve moda dergilerinden kestikleriyle birleştirerek kolajlar yapıyor. Bu sanatçılar eskiyi ve yeniyi, daha önce tanık olunan hiçbir şeye benzemeyen tarzlarda bir araya getiriyor. Niye onlardan ders almayalım? "Daha önce görülmeyen" kavramı, Afrika üzerine çalışan bir sanat tarihçileri kuşağının 40 yıl önce hem Afrika sahasında, hem Amerika'daki özel koleksiyonlarda bulup etkilendiği şeydi. Birçoğu o tarihçilerin öğrencisi olan genç akademisyenler aynı dürtüyü çağdaş sanatta buluyor. Ve şimdi sahneye yeni bir kuşak çıkarken, iki akımı yan yana getirmek, tekrar geleneksel olanın içindeki yeniyi aramanın (ki orada duruyor) ve yeni içindeki maziyle bağlantılar kurmaya başlamanın (ki o da orada duruyor) çok önemli. Batılı olmayan sanat tarihi belki de bugüne fazla odaklı.
HOLLAND COTTER