Bu yıl Kahire'den Fas'a kadar sokak gösterileri hakkında bilgi vermek için dünyayı uçakla dolaştıktan sonra "ayaklanmaların" sonuncusunu haber yapmak daha kolay oldu. Metroya binmek yeterliydi. "Wall Street'i İşgal" hareketi Manhattan'ın finans bölgesindeki bir parkı ele geçirerek bir devrim karargâhına çevirdi. Yüzlerce genç, "bankster" (bankacı ile gangsterin karışımı) de denen şirket kodamanlarına karşı sloganlar atıyor. Bazen de birkaçı giysilerini çıkarıyor ve haber kameralarının dikkatini çekiyor. "Wall Street'i İşgal" başlangıçta bir şaka gibi görülmüştü, ama aradan birkaç hafta geçti ve hareket ivme kazandı. Protesto ölçüleriyle bakıldığında kalabalıklar hâlâ küçük (düzenli aralıklarla yapılan yürüyüşlerde sayı artsa da çoğunlukla birkaç yüzlerde) olmakla birlikte Chicago, San Francisco, Los Angeles ve Washington'da da benzer işgaller baş gösteriyor. Eski New York Valisi David Paterson onları ziyaret ediyor ve sendikalar da giderek destek veriyor. Twitter'da protestoların bana biraz Kahire'deki Tahrir Meydanı'nı hatırlattığını belirtince şaşıranlar oldu. Doğru, mermiler havada uçuşmuyor ve bu hareket bir diktatörü tahtından indirmeyecek. Fakat saflarda aynı yabancılaşmış gençler var; katılımcıları artırmak için Twitter ve diğer sosyal medya araçları aynı beceriyle kullanılıyor. Hepsinden önemlisi de, göstericilerdeki bitmiş, yolsuz, duyarsız ve sorumsuz olarak gördüğü bir siyasi ve ekonomik sisteme beslenen canlı hoşnutsuzluk. Sözcülerden biri olan 27 yaşındaki Web tasarımcısı Tyler Combelic, "Bunun Tahrir Meydanı'ndan, Arap Baharı hareketinden esinlendiği kesin. Yeter artık!" diyor. Baş döndürücü internet beceri leri sergi leyen göstericilerin örgütleme yeteneği de etkileyici. Meydan birer danışma alanı, medya alanı, tıp kliniği, kütüphane ve kantine ayrılmış durumda. Göstericilerin web sitesi, dünyanın her yerinden destekçilerin bağlanıp yakın bir pizzacıdan sipariş vermesini (tercihen vegan) ve meydana gönderilmesini mümkün kılan bir linke bile sahip. Pizzacıysa, kapitalizmin dehasına teşekkür edercesine, menüye yeni bir ürün ekledi: "İşgalli spesyal" Fakat taleplerine gelince hareket tökezliyor, çünkü gerçek anlamda bir talepleri yok. Katılımcılar bazen hayalperest (örneğin, Kızılderililere acımasızlığından ötürü Andrew Jackson'un 20 dolarlık banknotlardan çıkarılması gibi) heveslere kapılıyor. O bakımdan ben açıklamaya çalışayım. Göstericilerin çoğunun serbest piyasa karşıtı duygularını paylaşmıyorum. Bankalar doğru işledikleri takdirde sermayeden en büyük faydayı sağlayan ve hayat standartlarını yükselten paha biçilmez kurumlardır. Fakat şurası doğru ki, borçlanma oranının artması iyi zamanda bankaların kârlılığını nasıl artırıyorsa, kötü zamanda da toplum için riskleri artırmaktadır. Dolayısıyla bankalar riski topluma yayarken kârı kendine saklamaktadır. Örneğin, ipoteklerin devletleştirilmesi birçok bankacıyı zengin ederken son tahlilde hükümetleri borçlu, yurttaşları da evsiz bıraktı. Yeter ince denetlenmeyen, batamayacak kadar büyük bankaların kamu çıkarlarına hizmet edeceğine onlara zarar verebildiğini gördük. Üstelik son birkaç yılda işledikleri hatalar yanlarına kâr kaldı. Vergi mükelleflerinin kurtardığı bankaların, yeni bir kurtarma operasyonuna gerek bırakmamayı amaçlayan düzenlemelerden yakınmaları gerçekten sinir bozucu. Göstericilerin artan eşitsizliğe dikkat çekmeleri de önemli. En üstteki yüzde 1'in, en alttaki yüzde 90'ın tamamından daha çok gelire sahip olması hak mıdır? İşte, hedefsiz hoşnutsuzluklarına yön vermek isteyenlere birkaç öneri: Finansal işlem vergisi koymak. Bu vergi Nobel ödüllü Amerikalı iktisatçı James Tobin'in önerdiğine benzer, finansal alışverişlere konacak ölçülü bir vergi olmalıdır. Amaç biraz da tehlikeli dalgalanmalara neden olan spekülatif işlemleri baskılamak. Avrupa finansal işlem vergisine doğru yol alırken Obama yönetimi buna direniyor ve Wall Street'e ters düşmek istemediğini gösteriyor. Belki de Amerika'daki en insafsız vergi muafiyeti olan, "başarı primi" ve "kurucu hissesi" açıklarını kapatmak. Bunlar, emek ücretinin güya bir sermaye kazancı olduğundan hareketle, en zenginlerin çok düşük vergi ödemesine çanak tutmakta. Büyük bankaları kendilerinden korumak. Yani Basel III sermaye gerekliliklerinde yol almak ve bankaların riskli ve spekülatif yatırımlar yapmasını sınırlayan Volcker Kuralı'nı kabul etmek. Obama ve bazı uluslararası uzmanların benimsediği bir başka öneri de banka vergisi. Bu vergi bir kurumun büyüklük ve borcuna dayandırılabilir ve böylece bankacılar yaptıkları vurgunların karşılığını ödeyebilir (çevre vergisinin maliyeye uygulanması). "Wall Street'i İşgal"deki sloganların çoğu aptalca gelebilir, ama Wall Street'in kendini haklı gören sloganları da öyle. Ayrıca, eğer genç göstericiler mali sisteme biraz sorumluluk ve hakkaniyet getirecekse, onların arkasındayız.