Amerikan sistemi, tarihinde neredeyse görülmemiş bir güven bunalımı yaşıyor. Yakın zamanda The New York Times/CBS tarafından gerçekleştirilen bir ankete göre, katılımcıların yüzde 89'u hükümetin doğru işler yapacağına inanmıyor, yüzde 85'i de ekonomideki durgunluğun sürmesini veya kötüleşmesini bekliyor. Üstelik bu güven bunalımı, nasıl bir çözüm bulunacağına ilişkin partizanca çekişmeler yüzünden daha da sürebilir. Başkan Obama cesur bir program talep etmeleri için vatandaşları organize edemiyor. Cumhuriyetçiler ise Obama'yı onu engellemek için ellerinden geleni yapmaya kararlı görünüyor. Mevcut siyasi çıkmaz herhalde kamuoyunun hükümetten duyduğu hoşnutsuzluğu körükleyecek, durgun ekonomiye ilişkin kaygıları artıracak ve Amerika'nın dünyadaki nüfuz ve itibarını daha da aşındıracaktır. Büyük Buhran'dan bu yana gördüğümüz en ağır ekonomik kriz Amerika'daki sistemin kusurlarını bir kez daha gösterdi. ABD Anayasası'nın öngördüğü güçler ayrılığı etkin çözümler bulmayı kasten engelliyor gibi. Ona rağmen 20'nci yüzyıldaki yönetimler anlaşmazlıkları gidermeyi ve Büyük Buhran, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş gibi olağanüstü durumlarla baş etmeyi bi ldi. Demokratlarla Cumhuriyetçilerin liderleri, şartların ağırlığını görüp ayrılıkları aşmıştı. ABD tarihinde bugünkü çıkmazla kıyaslanabilecek yalnızca birkaç örnek görülebilir. Onlardan biri, köleliğin kaldırılmasıyla ilgili çözülemeyen ve elli yıldan uzun süren, nihayet 1860'lardaki İç Savaş'la sona eren anlaşmazlıktı. Ülke tarihindeki en kanlı sayfa olan bu savaşta en az 618 bin Amerikalı hayatını kaybetmişti. İç Savaşı izleyen otuz yıllık dönemde de bir başka siyasi açmaz yaşanmıştı. Çiftçilerin düşen fiyatlarla, istikrarsız bankacılık sistemiyle ve mahsulleri pazarlara taşırken yüksek fiyat isteyen demiryolu tekelleriyle başının dertte olduğu bir dönemdi bu. İmalat sektöründeki büyük ölçekli artış da çalışma koşullarını ağırlaştırmış, ancak devlet bunlara bir çözüm getirememişti. O dönemde yolsuzluğa bulaşmış partiler ve etkisiz başkanlar birbirini takip etmişti. Aynı şekilde, önümüzdeki on yıllarda da başarısız Cumhuriyetçi ve Demokrat yönetimler birbirini izleyebilir. O günlerde hoşnutsuzluğun giderek artmasıyla oluşan halk baskısı, 20'nci yüzyıl başlarında Theodore Roosevelt ve Woodrow Wilson'un reformcu yönetimleriyle bir güç olmuştu. Fakat Wilson 1919'da Versay Antlaşması'nı Senato'ya kabul ettiremeyince ABD kendi içine kapanmış ve bunun Avrupa'ya bedeli ağır olmuştu. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki nesilse engelleri sıradan şeylermiş gibi aşan büyük liderlerin hatıralarıyla büyüdü. Franklin D. Roosevelt ülkeyi Büyük Buhran'dan çıkaran ve müttefikleri İkinci Dünya Savaşı'nda zafere götüren politikalara imzasını attı. Harry S. Truman'la başlayan başkanlar ise, üçüncü bir dünya savaşı çıkarmadan Bolşevizm'e set çekti ve sonunda Sovyet sistemi kendiliğinden çöktü. Lyndon B. Jonhnson da Vietnam'daki başarısızlığına rağmen siyahî Amerikalıları vaat ettiği temel haklara kavuşturdu. Dünya ABD'nin bu türden liderlik göstermesini bekliyor. 2008'deki mali çöküş can alıcı bir noktaya ulaştığında birçoğumuz Obama'nın işte böyle bir lider olarak ortaya çıkmasını ummuştuk. Fakat Obama partizan kilitlenmeyi çözemedi. Bir değişim yaratabileceğine odaklanan ve seçilmesini sağlayan umutlar suya düştü. Bu şartlar altında halkın duyduğu rahatsızlık reformlara dönüşemiyor. Protestolar sağ kesimde Çay Partisi, solda da Wall Street'i İşgal Et gibi belirsiz hareketlere bölünüyor. Bu hareketlerse tutarlı bir programdan çok keder çığlıklarını hatırlatıyor. Amerika'daki siyasi çıkmazın bir benzerini Avrupa'nın bölünmüş anayasal sisteminde görüyoruz. AB liderleri zaman kazanmayı başarsalar da mali istikrarsızlığın temelindeki sorunları çözemiyor (fazla büyüyüp karmaşıklaşan bankacılık sistemi hâlâ borç piramitleri yaratabilecek durumda ve yatırımcılar yanlış oynadığında bu piramitler yerle bir olabilir). Özgürlükçü hayaller bir yana, böyle bir mali çöküş ancak serbest piyasaların kendini idare edemediğini gösterecek. Hükümetler yurttaşların güvenini geri kazanmalıdır. Aksi halde siyasi inisiyatif aşırılık yanlılarına geçer. Euro ve AB'nin çöküşünü önlemek için siyasi kariyerini feda etmeye hazır olduğunu gösteren Almanya Şansölyesi Angela Merkel'de güçlü liderliğin pırıltısını gördük. Fakat demokrasinin vaadini yerine getirmek ve içinde bulunduğumuz ağır bunalımı çözmek için Atlantik Okyanusu'nun iki yanında da daha cesur liderlere ihtiyaç var. Yoksa mevcut şartların ekonomik ve siyasi bir felakete dönüşmesi işten bile değil.
ROBERT KUTTNER / İSTİHBARAT