İngiliz kamuoyunun büyük bölümü gibi Başbakan Cameron da ülkesinin AB'yle geleceği konusunda kararsız. Cameron birliğin dışında kalacak bir İngiltere'nin uluslararası nüfuzunu, en büyük ticaret ortağı nezdindeki ayrıcalıklı konumunu ve ülke için büyük önem taşıyan konuların (sınır ötesi bankacılık kurallarından çevre düzenlemelerine kadar) ele alındığı Avrupa masasındaki koltuğunu kaybedeceğini görüyor. Fakat ona kalsa keşke Avrupa projesi gevşek bir gümrük birliğiyle sınırlı olsaydı; keşke İngiltere'nin 1973'te katıldığı topluluğun kurucu anlaşmalarında belirtilen ve gerek çalışma, çevre ve insan hakları konularıyla ilgili standartlarda, gerek sınır anlaşmaları ve tüketici düzenlemelerinde somutlaşan "giderek bütünleşen bir birlik" hedefi benimsenmemiş olsaydı. Oysa ne o zamanki İngiltere bu temel konuyu sorgulamıştı, ne de Cameron'un şimdiki Avrupalı ortakları bunu sorguluyor. Cameron bu kararsızlığını uzun zamandır beklenen 23 Ocak'taki konuşmasında dile getirdi. İngiltere'nin istediklerini elde edeceğini ima etti. Neyi makul bulduğunun ayrıntısına girmeden, Partisinin seçimleri kazanması hal inde, İngi l iz üyel iğinin koşullarını iki yıl içinde tekrar müzakere edeceklerine ve sonuçları 2017 veya 2018'de referanduma götüreceklerine söz verdi. Cameron'un konuşması onun acil siyasi ihtiyaçlarına cevap vermiş olabilir. Fakat bu İngiltere için basiretsiz ve riskli bir yol. Bu yol, Cameron'un yanlış kemer sıkma politikalarıyla canlandıramadığı İngiliz ekonomisi için potansiyel yatırımcıları caydırabilecek dörtbeş yıllık bir belirsizliği ifade ediyor. Bu şartlarda kararsızlık, ekonomik bedeli yüksek siyasi bir lüks. AB'li ortakların da, söz verilen referandum yaklaştıkça İngiltere'nin sesini kulak arkası edeceklerinden endişe ediyoruz. Referandum belki de yapılmayacak. Dört yıl İngiliz siyasetinde de, AB'nin evriminde de uzun bir süre. Almanya'da bu yıl yapılacak seçimler önemli sonuçlara gebe. İtalya'daki seçimler de öyle. İngiltere'deki anketlerde Muhafazakârlar, İşçi Partisi'nin gerisinde kalıyor. Cameron'un koalisyon ortağı Liberal Demokratlar Avrupa'ya daha olumlu, referandumaysa daha olumsuz bakıyor. Cameron belki de partisi içinde Avrupa'ya şüpheyle yaklaşan militanları yatıştırmayı ve daha sağdaki Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi'nin yarattığı tehdidi hafifletmeyi amaçlıyor. Müsrif tarımsal sübvansiyonlardan Yunanistan'ın milli borcunu yüzüne gözüne bulaştırmasına kadar AB'nin yöntemleri hakkında söylenecek çok şey var. Cameron, Avrupa'nın daha az korumacı ve daha çok demokrat olmasını istemekte haklı. 17 euro ülkesinin ekonomik ve mali tartışmalarında euroya geçmeyen 10 birlik üyesinin dışlanmaması için ısrar etmekte haklı. Fakat İngiltere, gerek şimdi gerek gelecekte, Avrupa işlerinde aktif ve saygın bir ses olmayı sürdürmeyecekse bu görüşlerini nasıl savunacak, onu da anlamıyoruz.