Bi z Ame r i k a l ı l a r , hapishanelerimizdeki insanları kırbaçlamıyor, parmaklarını sıkıştırarak veya gerdirme aletleriyle onlara işkence etmiyor olabiliriz. Ama günün 23 saati kapatarak onları tecrit ediyor ve bunu aylarca, yıllarca, hatta onlarca yıl sürdürebiliyoruz. İlkini yasaklayıp ikincisine izin veriyor, çünkü bedensel acıyla sosyal acı arasında bir ayrım yapıyoruz. Oysa acının asıl makamı olan beyin düzeyinde böyle bir ayrım yok. California Üniversitesi'nden Matthew Lieberman, bedensel acı çekenlerle sosyal acı çekenlerin beyin faaliyetlerini karşılaştırmış. "Sosyal" isiml i kitabında Lieberman, "Yan yana duran ekranlara bakınca... aradaki farkı göremezsiniz" diyor. Beyin iki acıyı de benzer yol lardan işl iyor. Dahası , yaşanmışlık düzeyinde sosyal acı bedensel acıya göre basbayağı daha t ravmatik d aha d enge bozucu ve daha gaddarca, etkileri daha uzun süreli. Bir başka deyişle, aşırı tecrit koşul larındaki hükümlülere yaptığımız şeyin kırbaçlamadan daha insanl ık dışı olduğu söylenebilir. Oysa aşırı sosyal acıya maruz bırakmak Amerikan hapishanelerinde son derece olağan bir işlem. Her yıl 80 bin kadar hükümlü hücre hapsine alınıyor. Yüksek güvenlikli cezaevlerinde tecrit edilen bu insanlar genelde 2'ye 3 metrelik çıplak odalara kilitleniyor. Haftanın iki gününü o odalarda tamamen tek başına geçiriyorlar. Kalan beş günde de günün 23 saati tecrit edilebiliyorlar. Hapishane personeliyle iletişim bazen diyafonla sürdürülüyor. Dünyayla i letişim asgari düzeyin bile altında kalabiliyor. Ziyaretçi varsa görüşmeler video ekranı üstünden yürüyor. Hükümlüler yıllar boyu bir başka insanın şefkat dokunuşundan mahrum kalabiliyor. Böyle bir durumda yegane bedensel temas, idman avlusuna yapacakları yolculukta kendilerine pranga takan gardiyanlarla oluyor. Tecrit hali memelilere genel olarak iyi gelmiyor. Harry Harlow 1950'lerde tecrit edilen maymunları incelemişti. Onlardan daha uzun süreyle tecrit olanlar duygusal şoka girerek ileri geri sallanmaya başlıyorlardı. Altıda biri kendi topluluklarına geri döndükten sonra yemeyi reddediyor ve beş gün içinde ölüyordu. Geri kalanların çoğu da temelli olarak içlerine kapanıyorlardı. Kuş, sıçan ve fareler üstünde yapılan araştırmalar da tutarlı bir şeki lde gösteriyor ki; tecrit edilen hayvanların sinir hücrelerinde, sosyal temas kurabilen hemcinslerine kıyasla gelişim sorunları yaşanıyor ve bu sorunlar en çok kısa süreli hafızada ve tehdit algısının işlendiği bölgelerde görülüyor. 1992'de Yugoslav savaş esirleri üstünde yapılan araştırmalara göre beyin işlevleri en çok zarar görenler, gözleri bağlı olarak başlarına darbe alanlarla sosyal tecritte tutulanlardı. Gerçi bazı hükümlüler hücre hapsinden etkilenmiyor. Fakat bu olağan bir durum değil. Tecritteki hükümlülerin çoğunluğunda baş ağrısından uyaranlara karşı aşırı hassasiyete, sindirim sorunlarına, iştahsızlığa, kendini sakat bırakmaya, müzmin baş dönmesine, konsantrasyon kaybı na , s a nr ı l amaya , illüzyonlara ve paranoyaklaşmaya kadar ağır etkiler görülüyor. Psikiyatr Stuart Grassian tecritte kalan 200'den fazla hükümlüyle derinlemesine görüşmeler yapmış ve onların üçte birinin sanrılı akut psikoz geliştirdiği sonucuna varmış. Birçok insan böyle şartlar altında basbayağı çöküyor. Kaba tahminlere göre hapishanedeki intihar vakalarının kabaca yarısı tecritte gerçekleşiyor. Oysa tecritteki hükümlüler hapishanelerdeki toplam mevcudun yalnızca yüzde 5'i oluşturuyor. Hapishane yetkilileri, düzeni korumak için tecride ihtiyaç duyduklarını savunuyor. Onlar bu kurumlarda çalışıyor; dolayısıyla görüşleri elbette ciddiye alınmalı. Fakat öte yandan hücre hapsi uygulamasının etkinliğiyle ilgili araştırmalar en iyi ihtimalle muğlak kalıyor. Üstelik kanıtların epey bir bölümü, hapishanelerdeki şiddetin çoğunluktan ayrı tutulabilecek birkaç art niyetli bireyden kaynaklanmadığını düşündürtüyor. Bu şiddetin nedeni daha ziyade hapishane koşulları ve kültürü. Neyse ki artık kamuoyunun fikir değiştirdiği bir dönemdeyiz. Colorado hapishanelerinin icra direktörü Rick Raemish Şubat'ta, tecritteki g önüllü v e k ısa süreli kalışı hakkındaki tecrübelerini The New York Times'a yazmıştı. O eyalette şiddetli ruhsal sorunları olan hükümlüler artık tecrite gönderilmeyecek. New Yorklu yetkililer de hükümlülerin tecrit süresini sınırlandıran yönetmeliği kabul etti. Bakarsınız, aşırı tecrit koşulları yakında gayri ahlaki olarak kabul edilir. Fakat asıl mesele şu: Somut bir acı olmadığı zannıyla insanlara alabildiğine sosyal acı çektirmekte bir sakınca olmadığı varsayımını çürütmeliyiz. İnsanları hapse koymak zaten onlara acı çektiriyor. Bunun üstüne onları bir de sosyal, duygusal ve ilişkisel boyutlarıyla sağlık için gerekli besinlerden mahrum etmemiz gerekmez.
DAVİD BROOKS